Zirveden Sonra

“Nereye gidiyorsun,” “Bakmam lazım.” “Rye orada göreceklerin belki de senin ölüm döşeğindeki benliğin olacak. Ne bekliyorsun? Gerçeği mi? Sevdiklerin senin başına toplanmış ağlaşsınlar mı istiyorsun? O aynadan içeri girersen dönüşün olmaz. Gel… Gel sana bu dünyayı anlatayım. Gerçek dünyayı…” 

En ufak iniltilerden, yeknesak konuşmalardan bu sessizliğe eriştim. Her taşı ezberlemiş kara keçiler gibi yukarıya çıktım. Zamanla yavanlaşmış tüm gereçleri yitirdim. Buraya yalnızca sen olmak için vardım. O şimdi burada. Kuzeyin esintisi çimenlerde sürünerek yükseliyor, kokusunu alıyorum. Gökyüzünü seyre dalmış, çimenlerden yastık yapmıştım tüm bedenime. Yıldızlı göğün kararlı bakışlarla beni süzen bir göz olduğunu düşündüm. Daha uzaklara doğru kayıyordu gözlerim. Her biri kenarlara doğru toplaşıyordu gözlerimde. Orada bir yerlerde, seni hissedebilmek için… Çimlerin hışırtısına bakılırsa biri yaklaşıyordu. O buraya nasıl gelmiş olabilirdi, barmaid? Rye istifini hiç bozmadı, yerinden kıpırdamadı. Söyleyeceklerini çoktan söylemişti, daha kaç defa yaşayacaktı. Sadece baktı ama bu defa farklı olduğunun da farkında olarak. Karanlığı dağıtan bu silütte tam ekipmanlı olarak duruyordu. 

“Aman tanrım” diye fısıldadığını duymuştu. Yeşil örtünün üzerine bir beden daha uzandı, tam yanına. 

“Kimsin sen?” Kız şaşırmıştı. “Ahleksiyanza?” Onun hem sorup hem cevapladığı kısa şaşkınlık anında göğün denizine daldılar. 

“Buraya bu kadar hızlı…” lafını kesti Ahleksiyanza, 

“Yerin altında bir mağara var, yol kovuğa kadar gidiyor. Bunu biliyor muydun Rye?” diye üsteledi. 

“Onu gördün mü?”

“Yanmış ağaçları mı?” Rye cevap vermedi, sessizlik kuşku dolu bir aydınlanmayla son bulacaktı… Güneşe omuz verip ufka doğru ayağa kalkmışlardı. 

“Artık buradan duyuluyor top sesleri.” dedi Ahleksiyanza. “Savaş geliyor. Bunun anlamını biliyorsun değil mi? Ordular toplanıyor, neyin yaklaştığını biliyor musun? Kuzenim de orada görevli. O özel orduda.” Kafasını aya doğru çevirdi sakin bir sesle devam etti. 

“Diğerleriyle kurulmuş bir ordudan bahsetti bana, onların yanına gidiyorum. Peki sen ne yapacaksın Rye?” Kızıl göğü yararak geçti güneş, yanaklarını ısıttı. Bir tebessüm yeşeriyordu yüzünde. Ona döndü “Tam burada olacağım, olmam gereken yerde.” dedi. 

“Peki ne olacak dersin?” Rye gözlerini ona dikerek adının anlamını sordu. Cevabı olmayan bir soruydu bu, tıpkı önceki gibi… Cebinden çakısını çıkarıp çengelini Ahleksiyanza’nın çantasına taktı. Şüpheyle incelendiğini görünce “Beni düşünme, başımın çaresine bakarım.” dedi Rye. Kızın ilk karşılaştıklarında ona kızan sonrasında burada acıyan bakışlarını, şaşkınlık ve şüphe izlemiş, şimdiyse hepsinin karması olan endişe kaplamıştı tüm yüzünü. Tüm ifadesini dağıtan bir tonla “O salak notu bilerek düşürdün değil mi?” diyerek aşağılara doğru yolunu bulmuştu bile. 

“Ne notu?” diye bağırmak istedi, ama karga gibi bir sesle fısıltı çıktı sadece. “Ne notuu? Hangi nooot!” Kızın gülüşlerini, adımlarını uzunca bir süre duydu. Sanki içine doğru tam merkezine ilerleyen bir yolu arşınlıyor gibiydi, tıpkı diğerleri gibi. İç cebini karıştırdı, yoktu. Günlük gitmişti. Demek notta gitmişti. Bir ayna arar gibi bakındı havaya, ”kesin bir intihar mektubuydu,” diye iç geçirdi.

Sessizce “Bu senin işin” dedi. 

“Öyleyse savaş başlasın…”

© U. U.

error: