‘‘Seni bir daha sevmeyecek,’’ diyorum kendi kendime. Ayağımın ucunda fotoğrafı, altın gülümsemesi içimi ısıtıyor. Dalgalanan sarı saçlarına gözlerimi sımsıkı yumuyorum, unuturcasına başımı sallıyorum. Bu en soğuk temmuz ve sensiz geçecek tek doğum günüm. Yumak yumak çamur akan dar sokağın başındayım. Temiz bir gürültüsü var yağmurun. Kafama düşen dal parçası kıpırdıyor, omzumda göz göze geliyorum başını kaldırmış çıyanla, yerimden sıçrıyorum ardından sırt çantamın askılığında gözden kayboluyor. Çantamı yumruklamaya çalışıyorum, yetmiyor onu yere atıp tekmeliyorum ağzımdan küfürler saçarak. Bir kara kedi sokuluyor, sürtünerek bakışlarını dikiyor. Hafif ılık bir esintiyle başımı kaldırıp yokuşun sonuna bakıyorum ve ötesindeki buluta gömülmüş biçimsiz viranelere. Oralarda bir yerde benim dairem. Bir fırtına koptu kopacak, ardımdaki koyuluklar gökyüzünün yarısını geceye çevirmiş. Baştan aşağı kirlenmiş çantamı sırtıma atıp, tırmanıyorum. Ayaklarım çoktan uyuşmuş ama en azından şikâyet etmiyorlar. Böğrümü acıttı bir dirsek. Nefes nefese bir kız çocuğu çözülmüş kırmızı bağcıklarına aldırmadan koşarak yanımdan geçiyor, peşinde kara kedi. Kocaman açtığı sıska bacakları balçığa bata çıka gidedursun annesi onu yakaladığı gibi evin içine çekiyor hücum eden akıntıya aldırmadan ve kapıyı suratıma paralıyor. Pencere pervazına atlıyor kara kedi.
Sokağın genişliği pencereden pencereye bir adım ancak, üç omzu sığdıramazsın buraya. Tepeleme dizilmiş kum çuvalları kimi ezik kendinden geçmiş nöbet tutuyorlar. Atletli bir ihtiyar öksürüyor sandalyesinde. Sandalyeden deviriyor ıstırabı, sigarası elinde. Kocakarı tokatlıyor adamı, ağzında adamın sigarası. Gözlerim kayıyor yukarıya, duyuyorum sesini. Konuşmaların damlarda yürüyor, önce sol sonra sağ sonra da hemen ensemde yankılanıyor. ‘‘İşte orada,’’ ‘‘yürüyor,’’ ‘‘görüyorum,’’ ‘‘sıkılıyor musun,’’ ‘‘benden,’’ ‘‘konuşsana.’’ Ayağım tökezliyor taşa takılıp, dizimin üstüne kapaklanıyorum. Hayır, asla sıkılmadım. Kepenkleri kapalı terzinin brandasından bütün suyu başıma boşalıyor. Üzerime fil oturmuş gibi bedenim donuklaşıyor, titremeye başlıyorum. Fakat insan bir kere soğudu mu bir daha hiç üşümezmiş. Tırmandıkça ardımdaki uçuruma yuvarlanmaktan korkuyorum, Veronika’nın kollarından. ‘‘Eve gir,’’ ‘‘buraya,’’ ‘‘yanında.’’ Beni öldüresin diye mi? Ardımda yükselen karanlık bulutlarda şimşekler geziniyor. Koşmaya çalışan bastonlu bir nine bakışlarında çaresizlik. Seçme şansım yok sığınmaktan başka. Yokuşun sonunda geniş bir açıklık var. Felaket çalı çırpı, toprak ne varsa alıp götürecek bu gece. Çatısı çökmüş kerpiç barakanın önünde elinde kürek burnunu kurcalıyor bir adam. ‘‘O mezarcı,’’ ‘‘sıradakini bekliyor,’’ ‘‘acele et.’’ Boynumu yakan bir hareketlilikte elimle şeytanlarımı kovalıyorum, ama nafile. ‘‘Yedinci aranın köşesinde,’’ ‘‘yedi isimli binaya gir,’’ ‘‘Sebat.’’ Oradayım. ‘‘Zemin holün ortasında,’’ ‘‘gözleri kızarmış,’’ ‘‘bir kadın bakıyor olacak aynaya.’’ İşte karşılaştık sonunda. En yakınında olduğum anda bile hala sana ulaşamamaktan korkuyorum. ‘‘Bir daha dönmeyeceğim,’’ dedi yansıma. Dönmeyeceğini biliyorum. Dönmeni beklemiyorum. Dönmeni istemiyorum. Bu işi kendim halletmeliyim, Veronika…
Posta kutusundan taşan faturalar, kurumuş kusmuk tabakası. Üst katlara çıkıyorum. ‘‘Lütfen Kirpi’ye iyi bak,’’ yazılı notu yırtıyorum. Anahtarım sende bunu biliyordun. Omuz atıyorum kapıya, aralanıyor. Sırt üstü yatan bir kedi başını çeviriyor. Eski bir sandığı açıyorum senden bir dakika sonra, -tahammül edemediklerimin gömüsü.- Akşamın güneşi battığında uğursuz sükutundan sayıklayarak uyanacak biliyorum, -soluk soluğa ve ter içinde.- Reddedilmişliğin, sevgisizliğin şiddeti karşıma dikildiğinde bir an gelecek artık seni bile tanımayacağım sevgilim. Boşluğumdan aşağıya sarkan bir kozmonot gibi kalan ömrümde yalnızca sabahı bekleyeceğim. Yine bir ısırık alıyor. Sırt çantamı savuruyorum odanın ortasına. Minik bir koşu tutturuyor lanet çıyan! Ezmek için atılıyorum, basmadık yer kalmayana dek her yeri çiğniyorum. Yere düşüyorum, yerleri yumrukluyorum ölmesini istiyorum bu tiksintinin. Gözlerim, burnum yanıyor, uyumak bir daha uyanmamak istiyorum. Çıyan kurumuş kedi cesedine tırmanıyor. Gözlerim kararıyor.
Çehresi tanıdık birisi kör edici bir ışıkta peydahlanıyor. Uyandığımda sarsıntısı devam ediyor fırtınanın. Çürümüş, ıslak betonun kokusunu ilk defa o an alıyorum. Duvarın köşesinde tekinsiz bir gölge var. Kahkahaları kötücül bir ikilemde bölüyor hıçkırıklarını bu sesin, -hem kadın hem erkek sesi. Korkuyla kaplanmış kollarım geceye bulanırken beceriksizce kendimi saklanan benliğimden uzak tutmaya çalışıyorum. Fakat olmuyor, sadece boynumu kaçırabiliyorum karanlığın beni bulan kararlılığından. Gövdemi deliyor yargılayan bakışları, sanki kendimi görüyorum göz kapaklarımda. Sonunda oradan çıkamayacağımı anladığımda yüz yüze gelmekten başka çarem olmadığına ikna olup, dönüyorum. ‘‘Ben öldüm mü,’’ ‘‘sanmam,’’ diyor. Biçimsiz, kocaman bir kapı formunda şimdi. Girmeye kimsenin cesaret edemeyeceği o yere dönüşü olmayan bir davet… Bacaklarıma sürtünen Kirpi’nin başını okşuyorum. Kapıya bakarken derin çizikler bırakmış yine sağ kolumda. Odama dönüp tekrar bakıyorum. Bileğimi sıkıca kavrayarak içine yürüyorum.
Sokakta hareketsiz insanlar bir duvardan ötekine çarpıyor ama tek bir çıt çıkmıyor yayı taşmış çalar saatten. Odayı mızrak gibi parçalamış yıldırım, binayı çatıdan zemine kadar bir çamur asansörüne çevirmiş ritmik damlaları miras bırakıyor hem bitkin hem tehditkâr. Kirpi pencerenin kuytusunda huzurla uyurken devrilmiş pikap çalışıyor. Cazın ahenkli müziği çalarken ben faydasız bir pişmanlıkla urganımdan sallanarak raks ediyorum. Tabureden ayakkabıma uzanıyor tiksintim, botlarımı çıyana savuruyorum.