“Bu bilmediğim üç kelimeden ilkiydi sanki, hayır ikincisi o. Niye peki anımsayamıyorum? Bu belki ondan belki de şundan, ne fark eder? Hem kural koyucular, hem de kural uyucular bu kurallara tapar bilirim. Kuralı bilmeden, yaratıcılarını da tanıyamam demek istedim. Artık pek bir manası kalmadı kurallar dışında hepimiz yargılandığımız için…”
Pazartesi akşamıydı, Bettany ile “Bir Düş Gerilimi” müzikaline gittik. Gişe de karşılaştığım fal taşı gibi açılmış gözleri üstüme dikili çocuk da tıpkı anılarımdaki erkeklerde hep karşıma çıkan büyülenmenin kurbanı olmuştu. Benimle konuşmamış ama nasıl becerdiyse temsilde yanıma oturmayı başarmıştı. Bunun bir tesadüf olacağına asla inanmazdım. Kesin fingirdek Bettany’nin bir tanıdığıydı. Temsil boyunca elleri hiç kıpırdamamış, o kaskatı dizlerinin üstünde heykel gibi beklemişti. Sanki bütün yaşamını beklemekle geçirmiş gibi… Gözlerini hiç yakalayamamış olmam beni hem meraklandırmış hem de tedirgin etmişti. Perde arasında Bettany ve ben biraz hava almak için dışarı çıktık. Bettany tuvalete gidince dönüşte onun tarafından koltuğuma yerleştim. Bu sefer gözlerinin rengini fark ettim. Çoğu kişiyi şaşırtmayacak biçimde elaydı. Ama ben şaşırmıştım. Onu ilk gördüğümde “ne kadarda yeşil”di diye düşünmüştüm. Ara biterken salon dolmaya başladı. Bettany gelip yanıma oturduğu sırada tekrar gözlerini yakaladım. – Siz de sevdiniz mi? Diyordu. Gözlerinden bakir olduğunu anlamıştım. Zaten onlar dışında pek bir yaşam belirtisi yoktu çocukta. – Bilmem, belki bittiğinde severim. Demiştim müzikali kastettiğini düşünerek. Bettany bana doğru ağır ağır hafif öne eğik başını çevirirken sol eliyle gizlediği gözleri çocukla nasıl alay ettiğini belli ediyordu. Tenceredeki bilyeler gibi her yere dönüyorlardı. Bettany ile ilgisi olmadığını o an anlamıştım. Tesadüftü ya da şans…