Neden

“Tufanın parmak ucunda gezindiği bir bahçede büyüyen,                                                                            Binlerce gülün göğe bakan yüzüne düştün.
Göğe bakan yüzlerine düştün güllerin,
Esrik bir ölümle gelen, bu sonsuz aşk ışığı için…” 

’08

Okumaya devam et “Neden”

Teklif

– Zamana ihtiyacım yok. Burada olmak zorundayım. Sen aradığına yaklaşmış olmalısın ama o ben değilim.


– O hazır değil…


– Sarmaşıkların arasından sana bakıyor. Onu görebiliyor musun?


– Onu göremediğimi tekrar söylüyorum Rye. Kendi varlığının olup olmadığına bile emin değilim.


– Kiminle konuşuyorsun Rye?

Okumaya devam et “Teklif”

Ölüm Aryası

“Zihin genişlediğinde ne olur?”
“Ben söyleyeyim?”
“Öldüğünde…”
“Büyürsün. Kaygıların bölünürken ruhun zihnini birleştirir. Kabuslar yok olurken kaybolan kalbin yerini sonsuz batan…”
“Güneş alır.”
“Evet.”
“Güneş!”
“Neden bunu yaptı?”
“Çünkü ölülerin tanrısı yoktur!”
“Sonsuza hapsetmek çözüm müydü?”
“Korumak için…”
“Kaosun karanlığı hiçlikten…”
“Ama genişleyen her şey küçülüp başlangıcına ulaşmaya mahkûm.”
“Onu tanıyor musun?”
“Hayır.”
“Ama sen tanımıyorsan kimse tanımaz…”
“Tek bildiğimiz o bir yabancı. Ezelden gelme değilim. O? Kimse bilmiyor… Sır! Güneş bu kaosta savaşı başlatan ilk oldu… Yolundan gidilir mi bilinmez ama bu ağıt ezelden gelme!”
“O nerede?”
“Bilmiyorum ama, o çok yorgun…”
“Sen Gece’sin, yani karanlık. Onu bir tek sen bulabilirsin.”
“Ölülerin tanrısı yoktur!”
“Hiçbir kutsal varlık buna cesaret dahi edemedi. Deneyen bütün tanrılar onlara katıldı.”
“Bu hüzün bitecek mi?”
“Ufkun ötesinde ne var?”
“Bildiğim tek şey Güneş’in başlattığı bu kadim savaş. Bu düşmanı meçhul ulu kaos daha çok ölüm doğuracak.”

“Ama ya yeni hayatlar?”
“Bilmiyor musunuz? Zaman… Benim en kadim dostum. Ölüyor… O bile… O gittiğinde anlamlar da kaybolacak. Yalnızca o kör edici ışığa bakacaklar. Zihinlerin silinip yok olduğu o sonsuz -zamansız- ufka…”
“Korkuyorum…”


“Ben de… Yaşamın karanlığını kaybetmekten…”

Okumaya devam et “Ölüm Aryası”

Takip

Bunca zamandır aynı manzaraya baktığımı şimdi fark ettim. Çimenler vadiden gelen esintiyle birlikte dalgalanıyor. Gelincik çiçeklerinin arasında yol edinmiş üç serçe kuşu birbirlerini kovalıyor. Yaban arıları seçtikleri çiçekleri birer birer yokluyor. Gün ışığı ufuk çizgisinden nehir boyunca dalgalar halinde yayılıyor. İnce bir sızı olarak başlayan sırtımdaki çantanın ağırlığı omuzlarımdan belime doğru derin bir ağrı olarak iniyor.

Okumaya devam et “Takip”

Yürüyorum

Islık sesi bir yükseliyor, bir alçalıyor. Yürüyorum… Sonunda kaosun gürültüsünden uzakta, sırtımda cesaretimle birlikte oraya varıyorum. Uzakta olamaz artık kovaladığım kâbusum. Katilimin yüzü ceketimdeki aynada belirecek, kin duyacak gerçeklere. Bu yüzden, işte bu yüzden ilk kez gerçekten mecburum. Yürüyorum…

14.01.18

Zamansız

Her şey bu gece gerçekleşecek… Bekle…

Olağandışı bir hareketlilik vardı çivit mavisi gökyüzünde. Bu telaşı evrenin, bana zamanı anlatıyor küçük dostum.  Kum saati misali, tıpkı senin gibi o da ne kadar telaşlı olmalı şimdi. Samanyolunun ışıltıları, keşke onları görebilseydin, ilk kez buraya senin için toplandılar oysa. Bir kez olsun burada olmanı dilerdim. O, malum bitmek tükenmek bilmeyen cesaretinle koşuyor olurdun kalıbımı basarım.

Okumaya devam et “Zamansız”

Lu-enda Ikardun

Kaynağın sesini takip edeceksin. Düşman olacak sana gölgeler. Ve her biri bir başa dönüştüğünde bu silüette senin kaderin sınanacak. En karanlık sırların dökülecek lisanından, özlem dolu anıların kükreyen gövdesinin altında ezilecek. Düşlerinden fırlayacak pençeleri, gerçeğin perdesinden saplayacak sana onları. Sende aradığını bulana kadar durmayacak karanlık. Yanında yalnızca o kaldığında anlayacaksın. Ormanın seni onore etmesi için önce onu hak edeceksin. Sonunda ellerinin arasında tuttuğun artık onun kaderi olacak…

Karanlıktan Fısıltılar

Umudum uzaklara erişebilmek, amacımı öğrenebilmekti. Kaçtım ve doğduğum yerde denize baktım. Denizin ötesine giderek amacımı anlayabileceğimi biliyordum. Balıkçının sandalını aldım ve ufka doğru gittim. Zamana karşı bağışıklığım vardı sanki. Geceler, gündüzler birbirine karışmıştı. Sakin olan deniz bir çukur oluşturdu. İçine doğru hızla çekildim. Durmaksızın yağmurun yağdığı bir gökyüzünün altında uyandım. Bu karanlık havayı meşaleler aydınlattı. Beni kumdan bir halıdan izledi kaderim. Bilginin kütüphanesine varmıştım sonunda. Aradığım amaç bilmekti. Orada anladım anlam veremediğim hayatımın anlamını. Bulutların arasında, bir sisin içinde değildi artık hayatım. Gören gözlerin kaybolduğu, körlüğün bakışlarının geleceğe dönüştüğü aynama bakıyordum artık. Bilgi benim hazinem olmuştu. Okyanusun kadim kütüphanesi beni kabul etmişti. Orada olmayı hak eden ilk kişiydim.

Bataklık

Ayaklarımın altı su toplamış, muhtemelen de biraz kanlanmıştı. Acısı hala taze, durup dinlenmeliyim. Zemin yumuşacık narin bir halıyı anımsatıyor. Yer yer yosunlu kayalar, aralarında çimenlerin altında kaybolmuş küçük su yolları. Yağmuru böyle taşıyordu toprak. Çantamı açtım, içini kurcalarken ceplerin dibinde –oraya düşmüş olacak- kuru defne yaprağı elime geldi.

Okumaya devam et “Bataklık”

© U. U.

error: