03/2016
Kendimizi bir savaşçıya benzetiriz oysa savaştan nefret ederiz. Bu ölümü durdurmak için birkaç kişiyi öldürmeye benzer. Aslında durum biraz farklıdır. Çünkü bir şeyi istemekle umut etmek ayrı yaşantılar doğurur. Savaş arenasında kendi varoluşumuzun en temel taşını ararken evrenin temel kanununu en baştan koyarız. “Barış gerekli”, “Herkes mutlu olsun” deriz. Kendimiz mutluluğu bir türlü bulamayız, hep kendi savaşımızdan dertleniriz. Oysa kendimizle barışmayı hiç düşünmeyiz. Çünkü kazanılacak bir zafer bize barıştan çok daha cazip gelir. Lakin asıl zafer barışın kendisidir.
Ve savaş ölümsüz, canlılar ölümlüdür. Bu akıl tutulması çağının baş aktörleri biz insanlar en ilkel tutkumuzla kendi başımıza çorap öreriz. Mutluluk ise bizlere çok yanlış aksettirilmiş bir duygu durumudur. Sürekliliği olmayan ama gelip geçici de olmayan ne zaman ortaya çıkacağı kişinin kendisine veya çevresindeki bir takım olaylara bağlı olan bu duygu durumuna mutluluk deriz. Mutluluğu hep yanımızda taşıyor olsak da bunu fark edemeyiz. Hep o malum mutluluk tapınağına yolculuk yaparız ve asıl o özel anları kaçırırız. Hani o, ölürken göreceğimiz söylenen hayatımızın bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden akacak özel anlar. İşte o anlar bizim mutluluk noktalarımızdır. Tabi sadece doruk noktaları. Hatırlayamadığımız birçokları ise anı olarak bilinçaltımıza yerleşir ve geçmişi anımsadığımızda bizlerde geçmişimize derin özlem uyandırır. Oysa mutluluk bir amaç değil yan üründür. Mutlu olmak için çalışmayız. Mutlu olmak için hiçbir şey yapmayız. Belki başarılı olduğumuzda belki sevdiğimiz bir kişiyle karşılaştığımızda mutluluk duygumuz belirir ve gülümseriz. Anahtar gülümsemektedir. Fakat genellikle o birkaç kası çalıştırmamak için tembellik yaparız.