01/2011
Üzerimde eflatun yıllar, altımda gelecekten fısıltılar,
Haliyle eskimiş paltom, delik ceplerim, içinde üşüyen ellerim.
Ben ki, özgür, başıboş yürürken böyle,
Sorma bana! Neler geçmedi içimden, neler!
Rehberim sedeften ki adı Luna, çoraplarımın her birinde
Koca bir delik. Geçmişin altında gezerek,
Dizeler karalıyordum, sayıp heceleri tek tek.
Ben kırların Parmak Çocuğu, düşler içinde…
Tüm bu sessizliğin şöleninde işittim onu ezince.
Güneş kadar sıcak, gece kadar bulanık bedeniyle
Nazlıca doğrulmaya başladı bu sonsuz gecede.
Önce bedeni beliriverdi ve yüzü, gülümsedi şirince.
Amber olamazdı adı ya da bir lale.
Ben düşündükçe bir ad, bakışları gökyüzünde yitiyordu.
Tırmandıkça ışıklar saçan beline, gidiyordu ölgün gecenin sisi
Ve etrafımı saran kokusu aynı sözleri tekrarlıyordu.
“Ne var ki, çiçek değilim ben
Ne bir kenar süsü,
Ne de sırların özü…”
Bıraktım kendimi bir ölü gibi,
Savrulup düşmeye, eğilip selamlamaya…
Mücevher çiçeğiydi çünkü adı.
Her varlığın can yoldaşı.
Gökyüzü gövdesinde parlayan mücevherlerle örtülmeye,
Yeryüzü köklerinden fışkıran senfoniyle neşelenmeye,
Başlarken, ettim ona veda mı, değişirken çehresi.
Sırtıma aldım gök kubbemi
Ve ceplerime doldurdum fısıltı hayalleri.
Dev dalgalar yaklaştıkça dört bir yandan, gülümsedim.
Yükseklerden alçalarak usulca serpildi ayaklarımın dibine serin sular.
Ve bu koca okyanusa bıraktım sırtımdaki yükümü, rüzgâra savurdum hayalleri.
Artık rahat uyuyacak tüm mazidekiler ve hep birden türkü söyleyecek geleceğin şairleri.
Bitti bu gün de Luna, atladım kayığıma, giderim en yeröte diyarlara, seni kurtarıcıların rehberi…