BH4 – Dördüncü Boyut

2007

1. Gün
Bir rehavet çöktü üzerime,
Bir ruh, ağır kan, ağır lütuf,
Her yerim kanlı, her yerim sancıda,
Bu yeröte, tasmaların diyarında…
Boynum sarılı, dönemem, kollarım tutuklu, yazamam,
Ayaklarım bağlı, koşamam, kulaklarım kapalı, duyamam,
Gözlerim oyulu, göremem, ağzım kilitli, bağıramam,
Burnum saklı, soluyamam, ama nefsim iradeli, duramam…
Ses: Uyan!…
Ses: Uyan!…
(Bir uğultu çöker, gittikçe artan… Sonra etki alanı daralır ve yitip gider. Son etki noktacığında bulunan birisi vardır, içinden düşünceler taşıran, evrende gezen düşünceler…)


– Darboğaz, vay canına… Tatlarını unutmuşum, bir kaşık alabilir miyim?… Oh, oh briç mi hem de burada?… Yok yok sanırım bu üstelenecek bir durum değil…. Yanılıyorsunuz, ben Katolik değilim… Size koşmayın dedim!… Ilık ve saydam süzülüşünü hissediyorum, alnımdan inen taze kanımın…
(Bir karıncalanma hissediyordu belki, bekli de çözülme, kim bilir, yahut bir kasılma?…)
Ses: He, he! Hey kazağını kollarına kadar sıvamış?!
Ses: Evet, seni salak bunu bende görebiliyorum.
Ses: O halde anlamını da biliyorsundur?
Ses: Neyi? Yani neyin, kazağın mı?
Ses: Saçmaladın yine?
Ses: Ne?
Ses: He he he!
Ses: Kapa çeneni, sen saçmaladın! Anlatamıyorsun…
Ses: Tamam, dinliyorum.
Ses: Şunu dedim, aynen… Yani kazağı mı, kolu mu, yoksa sıvamayı mı örnek olarak aldın ve gösterdin?
Ses: Bu mu şimdi?
Ses: Ne?
Ses: Sorduğun tabi? Bu mu yani?
Ses: Evet.
Ses: Bu kadar mı düşündün?
Ses: Bak, ne dediğimi söyledim. Çok açık ki anlatamadın.
Ses: Ee?!
Ses: Tamam, ne dediğini söyle madem, her neyse.
Ses: Kollarını sıvamış, yani…
Ses: Yani?…
Ses: Yani, becerikli olduğunu gösterir bu durum.
Ses: Üç durumda aynı hususta geçiyor yani?
Ses: Yani…
Ses: Evet…
Ses: Ee?
Ses: Bence de alakası yok ama!
Ses: Ha?
Ses: Asıl anlatısı şu olmalı, ee yani, şu… Şu… Yani diyorum bu sadece kibirlilik, kendini mübalağa, karizma güdüyor…
Ses: İnanmıyorum sana?…
Ses: Yani, diyorum, hayat bu kadar basit değil, seninde böyle düşünmen ne kadar düşündüğünü gösteriyor.
Ses: Yeter, sus!
Ses: İnsan, gördüğü kadardır.
Ses: Kör!
Ses: Sen, kör!
Ses: Sen!…
Ses: Sen!…
Ses: Ne gariptir ki içimde seni taşıyorum.
Ses: Ya, bende omzumda taşıyorum seni.
Ses: Ha ha ha…
Ses: Ha ha ha!
Ses: ?
Ses: ?
(Fısıltılar kulağında çınlarken rahatsızdı bundan belki ama artık daha rahat işitebiliyordu sesleri. Kulağını ovamıyor tıkayamıyordu. Dinlemek istemiyordu sesleri, çünkü uzun süredir bir şeyler fısıldanmıştı ona belki. Belki de duyma yetisi zayıflamıştı. Gözünün önünden kaybolmaya yüz tutmuş beyazlık yerini karanlığa bürümüştü artık. Gözünü açamıyordu ama açmaya da korkuyordu. Artık içinden konuşmaları işitilebilir sessiz çığlıklara dönüşmüştü.)
– Sadece rüzgar ve beyazlar uçuşuyordu. Hiçlik, sardı benliğimi. O değil, ben… Aaa! Buzullar… Sadece ak… Yine hiçlik… Hiçlik…
(Rimunu Kauji Ishida dirilmeye başlıyordu. Halen süren sesler bir süre kesilmesine rağmen başka bir seviyede Rimunu’nun duyabileceği yeterlilikte anlamsız şeyler fısıldanıyordu.)
Ses: Lütfen efendim, lütfen götürün beni…
Ses: Beni alın efendim…
Ses: Size yalvarıyorum, en sağlamlarıyımdır…
Ses: 3. kuşak anzog elementiyim, beni, rica ederim beni seçin…
Ses: Ank keserim, demir yağlarım, kıv takarım, mink çakarım…
Ses: En iyi yemekleri ben pişiririm. Lö Minknet 1. Şubesinde iki ay baş aşçıydım…
Ses: Enzog 4, üç seviyede de barmenlik yapmışlığım var efendim…
Ses: Sekiz pozisyonum var. Sağılmanlık, geğirmenlik, soğanüstücülük, taşmentcilik, sezenbilimcilik, öteberi didikan mediko uzmanlığı, ferdiyan zugra savunma komutanlığı ve Ürdün kraliyet korucusu özel ordunun baş komutasında bulundum…
– Ne bitmez acıdır… Hür olmak, hür, tatlı? Ne tatlıydı? Hür, üstüne şerbeti döktün mü off ne ki off!…
(Kendi hala labirent çıkmazında sözde dikenli sarmaşıklar arasında sıkışmış fakat aslında görünmez bir kargaşanın kurbanıydı. Gözleri tamamen aydınlandığında bile sayıklamadan kendini alamıyordu. Aydınlanmasına aydınlanmıştı ama bu tamamen görüş alanı açıldı manasına gelmiyordu. Sadece gözleri açılmış fakat karartılar arasında seziyordu etrafını.)
Ses: Uyan!…
Ses: Uyan!…
(Önceki yalvaran sesler ordusu gitmiş geriye çok kalın otoriter bir ses gelmişti. Daha kesin bir ifadeyle uyanmasını istiyordu Rimunu’nun. İçinden konuştukları hissedilebilmektedir içimizde…)
– Ne ki of? Off, of… Çığırtkanlık budalası oldum. Anlayamıyorum? Ne oldu bana. Ne oldu buraya, sana ona? Ne ki burası? Bir kaşık suda boğulmuşum hissi var?… Neden? Bir kaşık budalası mı olacağım. Budala sensin asıl, gergedan suratlı psişik fare… Tanrım, ne bu, neler oluyor bana? Bu saçmalıkta ne?
(Kendini yavaşça titretti ve ellerini kımıldattı. Ayakları da ardından onlara uyum sağlayarak birkaç adım attı. Yere düştü ilk denemelerinde fakat artık ayaktaydı. Kendini sarstı ve tokatladı bedenini defalarca. Böylece çabasız kalmadan ayılacağını, bu ızdırap dolu sakinliği geçireceğini durmadan yinelenen uykusuzluğu bitireceği umudunu korudu. Bundan sonraki ayrıntıları kendi ağzından okuyacaksınız.)
– Iaaah!
(Bir, iki ve üç esneme hareketi! Nerdeyim peki şimdi? Az önce hissettiğimi sandığım aptal sesler yine kulağımı tırmalıyordu.)
Ses: Riçaeterim efendim… Riça eterim… Dilefsenis…
Ses: …bir bakıverin lütfen… Lütfen…
Ses: Merkezden kaçan anormallik… Küresel asemptot… Sonsuz kutup… İlkel çizgisel sistem… Holomonik sistem… Yarı-metrik uzay… Küresel uzay…
Ses: Lütfen efendim… Emrinizdeyim… Lütfen bakıverin… Lütfen efendim…
Ses: Gezegen biyosferi, o kokuşmuş çamura, varoluşun şafağı yalnız… Ve pelteleşmiş, kanayan beyinlerden sevgili bakır yükselecek…
Ses: Hayali sınıf…boş sınıf…güçlü sınıf…sınıfların vardı…
Ses: Lütfen efendim… Bakın lütfen…
Ses: Ben yeniyim… Yepyeni…
Ses: Bende hiçbir zaman kısa devre yapmadım… Ben hala… Rica ediyorum…
(Bir yandan bu garip sesler, bir yandan sıcak yüzünden kafamı nereye koyacağımı bilemez hale gelmiştim. Sesler her taraftan geliyordu. Vücudum daha evvelinden hiç kullanılmamış gibi acı içinde ilerlemeye çabalıyordu.)
Ses: İŞTE ORADA!
(Diye bir bağırdı bir ses. Birden bir ölüm sessizliği çöktü. Tıpkı biraz önceki gürültü ve sıcak işbirliği kadar ezici bir sessizlik… Sonra aniden bir ses daha işittim.)
Ses: Beyim, rica ederim… Lütfen bir dakikalık dikkatinizi esirgemeyin. Rica ediyorum beyim, ben farklıyım… Ben yanlışlıkla buraya düştüm…
(Düştü mü? İyi de neden düştün, nereye, neden, ne zaman ve nasıl? Daha da önemlisi benimle muhatap olmaya çalışanlar kimdi sabit tonlamalarıyla -gerçi bazıları oldukça düzgün aksana sahipti- robotları andırıyordu. Ve işte bir tanesi daha…)
Ses: Susun! Ben yaşıyorum!
(Bu ses de, şamatanın üstüne çıkmayı deniyordu. Konuşmaya devam etti diğer hantal dillilerin aksine, hızlı aksanıyla…)
Ses: Evet, beni saç levhalar kılığına soktular, buraya atmak için, ama hele bir dinleyin, bir kulak verin bana, nabız atışlarımı bile işitirsiniz…
(Bu son sesti, uzun bir süre bir şey işitmedim, beklide işitemedim, işitmem engellendi, ya da daha neler olabilirdi ki, ben henüz nerede olduğumu kestiremiyordum. Yüzümde bir acı sezdim, ovmak için ellerimi götürürken kafama şok oldum. Onlar kapkara ellerdi. Sanki bana ait değil gibi, sanki si fazla açıkça benim olmayan ince küçük kara eller. Hiçbir şey anımsamıyordum, tek bir kelime edemeden ilerledim, boşlukta… Sadece uçuşan karartılar vardı, lakin yavaşça dağılarak aydınlığa uzandım. Her yer bembeyaz olana dek sadece uzaklara bakındım. Birden uyarıldım.)
Ses: Uyan!
(Bu kalın sesle birlikte bulunduğum, zemin sanki varolmamışçasına dalganmakta, etrafımdaki tüm görünüm – gerçi bir şey yoktu- farklılaşmaya başlamıştı. Önce zemin karardı. Kapkara toprak üstünde idim, sonrasında gökyüzü koyu mavi rengini alıyordu. Dağlar gibi dalgalar çullanıyordu etrafımda, sanki yeryüzü azgın bir deniz gibi…)
Ses: Uyan!
(Koca bir cam duvar beliriveriyor karşımda, sadece birkaç adım ötemde… Kuru tamamen yanmış, boşaltılmış, kimsenin olmadığı bir çöl gibi bir yerdeyim. Gökyüzünün kararmasıyla ani bir parlama işitiyorum, ve yağmur başlıyor. Gözlerim kararınca düşmüşüm.)
Ses: Uyan!
(Bu sesle yine irkildim, gerçi baygınlığım uzun sürmüş, kalktığımda küçük göller oluşmuş etrafımdaki arazide. Gök çok koyu mavisiyle korku tünelini hatırlatıyordu bana. Korku tüneli mi? İyi de o ne? Neden hatırladım? Hatırladıysam öyle bir şeyler yaşamış olmalıyım. Aman Tanrım! Yoksa, yoksa dejavu mu yaşıyorum. Camdan duvar damlacıklarla donanmış bir ayna vazifesiyle beni yansıtıyordu. Kapkara beni. İnanamıyorum. Küçük bir zenci kadına dönmüştüm, çekici, ince, ama kadın işte… Bu nasıl mümkün olabilir?)
– Hah?! Hah?! Aaaaah! Bu da ne böyle? Ne demek oluyor bu şimdi?!
Ses: Uyan!
(Ses uzandığında bu kez kulağıma camdan duvar kalmıştı yerden ve yağmur dinmişti. Havada yavaş yavaş maviliğini kazanıyordu. Toprak üzerinde gölcükleri hızla emerek rengini kaybediyordu. Sonunda kara topraktan geriye kahverengilik kaldı. Ani seslerle irkildim.)
Ses: …acil durum, evet…
Ses: İşte başlıyor, ne oldu?
Ses: Başladı, İsrail üzerinde.
Ses: Oluk mu? Kimler yok ki.
Ses: …takzolar, kızıllar, koduzolar ve kuşatmaların olmazsa olmazı bordo bereliler!
Ses: Gidelim, hazırlanılması emredilsin, 1. seviyeye onay verilmiştir.
– Ne demek tüm bunlar, savaş mı çıktı yine? Yerin kahverengiliği evet komşum Rick’in bahçesini andırıyordu. Ne alaka, ne diyorum ben?
(İnanamıyordum kendime, eminim ki uzun süre donakalmış olmaktan dolayı havale geçiren bir çocuk gibi olmadık şeyleri sızlanarak söylüyordum, palavra!)
– Oo, bayım palavra ha, sizi bir yerden gözüm ısırıyor, oysa ki karşımda bir beyinsiz var! Ah evet kimliğim! Ben…
Ses: Uyan!
(Her yer aydınlıktı, sesin ardından toprakta bir kıpırdanma hissediyordum ve her yerden siyah kabarcıklar yükseliyordu. Göğe doğru havalanırken baloncuklar anlamıştım. Ben Roan’dum. Artık her yer mürekkep siyahı aqua tomurcuklarıyla kaplanmıştı. Onlar yükselirken benim de istem dışı havalandığım son hatırımda kalandı.)
– Roan, Roan’um ben…
Adam: Uyan hadi Roan!…
Roan: Off, beynim kaynıyor…
(Yine lanet kâbuslarımdan birini görmüştüm. Bu da en gerçekçilerdendi. Bir mağara içi odasında hafif ışık alan bir odacıkta bir döşeğin üzerinde uzanıyordum uyandığımda, karşımda ise daha önce hiç görmediğim bir beden bana kararlı biçimde bakıyordu. İlk hedefim ellerimdi ve evet bembeyazdı.)
Roan: Sen de kimsin?
Adam: Xeiwier, bahçende karşılaşmıştık ilkin…
Roan: Ne?!
Xeiwier: Şş, sessiz ol!
Roan: Hep bu halde kal o zaman.
(Bahçemde karşılaştığım 3 metrelik silüetiyle neler yapmıştı bana…)
Xeiwier: Görev çok hızlı başladı Roan…
Roan: Ne görevi? İsrail mi?…
Xeiwier: Uyu…
(Roan uyutulduktan sonra kadim dostunun ona göstermesine hazır olacaktı. Çünkü o seçilmiş kişi olan ERA…’dı.)

© U. U.

error: