06/2021
Gürleyen karanlık bulutlar yakınlarda gizlenen düşmanın habercisi. Tek bir ışık kaynağı bile yok. Çaresizce ormanda yankılanan çığlığın geldiği yöne koşuyorsun durmaksızın. Acımasızca sardıkça etrafını ulu gölgeler, Kito’nun feryadı sekoyalardan yükselmeye başlıyor. Dikkat et, gencecik masumiyetin ardında tanınmaz bir suret gizleniyor. Karanlığın teması dokunabileceğin kadar somut bir siyaha büründü artık. Kalbinin atışı hareler halinde sana yaklaşıyor. Aleksia, bu, güç dalgası gölgeleri tanıman demek. Gövdelerden çıkan sesler ölüme giden patikayı işaret ediyor, doğru yolda olduğuna ikna eder bir ritimle. Tekrar karanlık sardığında, bu sefer üçüncü kez, Meno’ya saplanan silahı göreceksin. Lavdan bir çakı parçalayacak ve dağlayacak, kanlar içinde yere serecek koca devi. Ve o an geldiğinde gecenin içinden bakacak sana, kızıl bir göktaşı gibi savrulan bıçağın ışığında Adam’ın gözleri. Düşmanın seni bulduğunda, dehşet dolu ve keyifli bakışları ışıldayacak ayrıca senin ölümcül ama harika olduğunu fısıldayacak. Kollarının arasında ağlayan Kito’nun başı sana kenetlenecek. Bir yanda tir tir titreyen kızın gözleri diğer yandaysa hakikatin soğuk ama hiddetli çehresi. Evet, işte başının hemen arkasında. Dön! Hiçbir şey yok, hayır. Hiçlik, yutulduğunu bildiğin korkunun çukuru bu. Sis her yeri sarıyor…
Ne kadar vakur bakıyorsun tablodan bana. Kulaklarına kadar eğilir kader de kaşık kaşık toplamaz mı bakışlarını, biraz daha alayım lütfen. Ağır ağır karıştır, işte oldu, sıra sende… Sen! Daha sen! Boğulduğum semalardan eğiliyor daha fazla sen! Dibe saplanıyor boynumdan yukarısı, kayboluyorum avuçlarında en çok sen! Tanır mıyım? İstemsizce bir… Merhaba! Nasıl bir zarafet. Gece boyu konuştuk öpüşlerimizde sakladıklarımızı, bir beden dolusu yabancıyla uyuya kaldık. Sıska bacaklı aynı sıcak ten ama mağrur ifadesi daha oluşmamış, bir beden uzaktan… Öfkeyle kucaklıyor geri kalanımı kudretli kollar! Zorla saklıyor sırlarımı derin bir karanlıkta. Yok oluyor aniden mavilik, okyanus kuruyor misali yer sallanıyor susuzluktan, yıldızları sayamıyorum, çok kalabalık. Beynime saplanıyor kızım. Geri çekiliyorum, değerlim bana bakıyor hem gülümsüyor hem ağlıyor parlayan camında bıçağın. Eğilip aşağılara doğru bir sepet sarkıyor kafamda orada ipe asılıyorum tam ortasında bir delik var, bakıyorum. Gizemli bir yüz hem sarışın hem kumral, ulyâ bir hatun amazonların ortasında salınıyor. Öpüyor kulaklarımı, tarıyor tüylerimi, kokluyor, kokluyorum sessizce. Güneş’in bir ikizi -söndükten çok önce- gülümsüyor ve kasıklarım da aynı anda… Eğiliyorum derinliklerine, annesinin bir kopyası ama daha utangaç. Orada, tam orada bekliyor bir Sen! Yine Sen! Niye SEN! Özledin mi, özledim. Seni mi, evet biraz. Gel yanıma, olmaz. Bir şey olmaz, kimse yok. Ses çıkarma, gürültücüleri sevmez gececiler. Kıskanma sessizliğin ordusundan beni, ben kıskanırım kendimden seni. Eteğini kaldır, hayır eteğimi. Kaldır başını yüzüme bak! İğrenç herif! Bacağımda keskin bir acı, bu sefer başka bir kaltak! Onu kesin öldüreceğim! Kanıyorum yine, yürüyemez halde küfrediyorum yabana! Dev bir sekoya sıkıyor gövdemi, zorla becerecek gibi beni. İnanılmaz kuvvetli bir çığlık seli dökülüyor ayaklarımın dibine, böbreklerinden birini kana kana çiğniyorum, sıra sende… Geriniyorum nehre doğru. Karım karnını dinletiyor, en mutlu anım. ‘Şimdiyi sakla’ bebeğimizin yanına diyorum, onları izlerken. Sen yürüyorsun. Durduğun yerde yürümeye devam ediyorsun ve koşuyorsun, donuk bakışlarında uzunca bir kahkaha patlatıyorsun. Tabuta sığmıyor sırların birazı hala ceplerimde emniyette. Mirasımız miniğimizle güvende olacak. Hep sarı sarı titriyor yaprakların arasından sabahları. Günaydın! Günaydın… Hayır alamazsınız! Bırakmam ailemi! Kalabalığız görmüyor musun? Seni tanıyoruz… Herkes burada biraz ben! Tepetaklak bir kaya kopuyor, zirveden aşağıya yuvarlanıyor, oturup izliyoruz karavandan koynuna aldığını ırmağın. Koskoca bütünlük yitip gidiyor derin çizgisinde toprağın. O kadar yaşlı ki beni de unutacak gibi öfkeli bazen. Öyle de olmalı insan… Babam bir ressamdı, ırmak onun karısı, ağaçlar da çocuklarıydık bu mutlu ailenin. Biz… Ben ve kardeşlerim... O orospuyu öldüreceğim! Ölüm listesine girdim. Önce ben onu bulmadan, hayır! Kızımı da o ayarttı biliyorum. Öylesine naif, ağırbaşlı, dürüst ve kederliydi ki oysa... Şirret bir kahpe göğsümden içeriye konuştu. Ama o kalbim ısındı soğuk suyun tepesinde. Titreyen sadece kayalar değil, benim de. Çok güçlü yumruklarım sıkıldı, tanıyor musun? Tanışıyoruz! Sağlam bir yumruk attım kıza. O kuğu yerden bir daha kalkamazdı işte. Tıpkı sarı saçlarının bir taklidi gibi titredi yerde. Onu tekmeledim, zincirledim, öfkeyle tükürdüm, küfürler savurdum, sonra da onu kirlettim, lekeledim kelimelerimle. Oturup çadırımdan izledim bizi ve savrulduğumu gördüm. Ölmüştüm masmavi kıvılcımlarında. Götürdüler… Adını götürdüler, sesini, yumuşak tenini, yüzümü, yumruklarımı götürdüler. Neredeyim, belki sepetteyim. Nora - karım- kucaklıyor bastırıyor yüzümü, acı çekiyor. Özlüyor hiç tatmadığı o anıları. Ama ben yeminliyim, kader benim, ben onun değil. Kader benim, ben kaderim. Nora gitti, Sen kaldın. Sen biraz daha güzeldin. Daha uzun boylu, daha dolgun etli, daha büyük ve biçimli göğüslü ama bakışları tıpkı onun gibi kasvetli ve çehresi durmaksızın azametle beni izler dururdun. Bana adını fısıldıyor, ‘dokunmak istiyorum sadece düşlerimde’ diyor. Gözlerimi kapıyorum uyanıyorum, gözlerimi açıyorum gökyüzü siliniyor, insanlar çığlık çığlığa dünya sona eriyor! Ve sonsuz kaotik yitim beni yere yatırıyor. İçime giriyor, saklanamıyorum, sırlarımızla besleniyor. Ölüyorum boynuma kadar. Sonra sen geliyorsun! Sen! Daha olan sen! En öndeki Sen! Tıpkı olan sen! Şimdiki sen! Sana sarılıyorum sımsıkı, bırakmıyorum. Ama çığlık atıyorsun, tanımıyorsun bu bedeni. Ben de boynumdan aşağısını bilmiyorum. Seyirlik bir oyun gibi yeryüzünü izliyorum. Kaçıyorsun tanrıdan çırılçıplak bir Havva. Orman seni sarmalıyor, beni lanetliyor. Sonsuza dek yasaklı olan meyveyi ben yiyorum, iftiraya sen uğruyorsun. Katilim! Tüm gözleri kör edeceğim! İki metre boyunda kara zenci ölmüyor. Bacaklarıma sarınıyor yine benim. Tırmanıyor aletime doğru, yiyecek beni azman, savuruyor kanlar içindeki yumruğunu, kirli oynuyor yaratık, onu biraz daha kesiyorum… Çizmelerini okşuyorum, sessizce uyuyor. Sanki hiç uyumuyor, ama hiçlikteyiz biliyorsun. Biz şu anda hiçbir zamandayız. Nora’nın rüzgarıyla birlikte onu anıyoruz. Ya kızım Nora o nerede şimdi? O önden gitmişti değil mi? Motorun devrini artıralım evladıma yetişmeliyiz. Onunla tanış ol Sibiryank fahişesi seni! Senden nefret ediyorum çünkü güzel değilsin! Ama harika olacaksın, yakında... Hayır, sen kızım yaşındasın ve ne halt yemeye buradasın, sana kin duyuyorum. Burada babandan uzakta... Onu terk ettin! Yetişmemiz lazım olan kızımı ben ararken sen… Mavi bilyeler hapishanesinde uyanıyorum! Üç yüzün üstünde insan yaralama, yetmiş iki kayıp vaka, en az altmış dokuz insan öldürme, yüzün üstünde koruma altında orospu çocuğuna küfür etme… Bu ağırlığın empati yeteneğime çok faydası dokunuyor. Kendimi beceriyorum, tanrı da izliyor otuz bir çekiyor. Adi sürtükler! Salın beni! Babanız nerede! Kravatımı düzeltiyorum, kulaklarım kuzeninde, üstünü başını topluyor bir baba gibi. Sevdim sizi, yardım etmek vazifem olmalı. Cambaz misali şüphelerden sıçrıyorum doğuştan miras, ne yaparsın. Bizim işimiz alım satım, söküm takım. Bir al iki sat, iki gör üç bul. Saksıları beğendiniz mi? Birlikte? Kızım? Bu gemi senin için hiç güvenli değil, göçmenler, kaçakçılar ve aç fareler için burası. Boynumu kırıyorsun, güneşe doğru bakıyorum okyanusta sonlanıyor yürüyüşün. Tıpkı annen gibi durduğun yerde o kadar güzel salınıyorsun, seninle çok övünüyorum. Ama daha çok senden nefret ediyorum. Anneni benden aldığın, çaldığın onu kopya edip daha kötü bir surette geri getirdiğin için senden tiksiniyorum. Ama seni seviyorum da, baban hep seni arıyor minik tilkim. Evine geri dön. Güneye gidiyorum ben de. Ticaret gemisiyle üç saatte varabiliriz. İsterim! Dilersen… Evet, süper, değil mi? Birlikte… Rehberim! Yeni yerler görmeni isterim... O yavşağı atlatsak da aklı hep burada kalacak. Kim bilir ona da sıra gelebilir bir gün. Sırlarımız saklanmayı sever, biz paylaşmayı arzularız. İçimizdeki kötülüğü paylaştıkça huzur bulur, ölülerimizi tüm tehlikelerden koruruz. Bir de duysan sesimi… Elveda bastıbacak! Sıkılı dişlerim arasından küfür ediyordum en ağır işkenceler altında. Sus! Konuşma! Duyacaklar işte bırakmadığın sırları. Peder, Nora’yla bir kadeh şarabı paylaşmamızı izliyor gün batımında Yakut sahilinde. Bir küfür savuruyor babam yakalığını buruşturup çıkararak. Beyaz güller ellerinde soluyor, bana bakıyor kızım. Bu benim düğünüm mü? Al kır, parçala, bu kadar basit! Ha yarım bir kütük, ha şişko bir domuz. Tam ortasına indirdin mi sivri ucunu, hepsi aynı, ikiye ayrılır. Piiç! Piç kurusu! Hayıır! Hayır, bırak beni! Babam kovalıyor ırmağa doğru koşuyorum. Belime sarılıyor çıngırağı, ağzım korkuyla tıkalı durmadan nefes veriyorum kabarcık kabarcık ümitsizliği. Mavi gökyüzü bulutları da süpürüp götüren bir hiçlikle boğuşuyor ve sonunda o da yok oluyor. Dönüyor yıldızların ışıltıları derin karanlıkta, gömülüyorum, kolumu bulamıyorum ki kendime uzanayım. Görmüyorum, duymuyorum, hissetmiyorum, yalnızca öldüğümü biliyorum. Koy sepete, kaldır başımı dik tut. Baba annemi sen öldürdün! Babam ırmağa dönüşüyor yerden göğe ulaşılmaz her haliyle. Gökyüzüne uzanıyor ve kızıl bir ay semaları kaplıyor. Kefeninden dökülen kemiklerini izliyorum. Basıyorum, kırılıyor kaburgaları. Elimde bir tanesi sivri ucunu indiriyorum ölümüne. Sessizce akmaya devam ediyorsun. Kemiklerini sana bırakıyorum, azabına. Bir Yetim... Böyleleri hep kullanılmıştır... Aksi yok... Susun! Nora intikamını aldım hasmımdan. Beni bu dünyaya getirmiş olan kadından intikam almış olan adamdan. Adam! İşte bu benim adım! Hem kurbanım hem de katilim! Bulacağım seni sürtük! Aaaaa! Derimi yüzmüşler, sıyırdıkları her parçayı yakıyorlar. Kızım, hayır yapma! Nora durdur onu, bırakmayın beni... Sanıyorlar ki tüm gerçekliğimi yok edecekler, şeytanın yosmaları. Çok inatçı... Acı çekiyor... Susun! Nora kızım? Kes şamatayı Adam! Nora, hayatım! Birazdan kaslarını ayıracağız, tel tel olmuş anılarında daha kimleri bulacağız. Annee! Yaşım sekiz, annem Mercure Adalet Kronn’u ile ilk seferinden dönmüş, beni de götürecek bu defa biliyorum. İskeleden koşarak yanıma geliyor, ah işte babam. Ellerin neden kanlı babacığım? Sonra açıklarım... Baba? Sert bir tokat yapıştırıyor suratıma. İlk olmasının şaşkınlığı, güvensizliğin acısına galip geliyor. Hadi koş! Baba… Ağlamayı kes de acele et! Artık ben de sinirli, öfkeli, boyu uzamış, güçlü ve katilim. Sirenler ormandan daha sıktı değil mi Adam? Dokunduğunda tenini parçalayan bir gücü olduğu söylenir gerçekler için. İşte bu parmaklıkları, ışıktan hapishanende... Tut baba, sıkı tut! İçini dışına çıkaracak, yanacaksın belki de alevler altında. Tıpkı şu an olduğu gibi bana... Aleksia’nın gözleri yalnızca, onları görüyorum. Onları görüyorum ay batana dek, onları görüyorum Adam. Bütün dalları bana hücum eden muhteşem bu gövde intikamını almaya hazır bir düşmanı müjdeliyor işte. Roller değişti! Asla tutamayacağım mavi kıvılcımlar altında adını sayıklıyorum. Aklımdan çıkmayacaksın. Ölümün şimşekleri dahi beni senden koparamayacak. Sen-den! Kimim öyleyse ben? Sen-ben-sen-ben-sen... Bir daha kimseye zarar veremeyeceksin! Çenemi kırdı... Tıpkı Nora gibi mutluydum. Ben gülümserken karnımı tekmeliyordu karanlık. Nora’yı öpüyordu gece, sokuluyor nefesine kadar, gözlerine giriyordu sakalları moruğun. Kenara çekil baba sıra bende işte, sonra yine gece ve başka bir gece Nora... Başıma inen çok kararlı bir tekmeyle irkiliyorum, sert, madeni bir kapak çakmışlar kızın botuna, lanet kahpe! Karpuz gibi parçalayacak kafamı, güzelce soyacaksın saçlarını sonra zaten esmer tenine ulaşacaksın, tıpkı o geceki minik Nora’m gibi. Zavallı Nora’m. Hiç karşı koymadı demeli. Boğazından asıldığım ilk dakikada altın bir gerdanlık misali onun hazinesi oldum. Beni hemen kabul etti. İşte benim kızım. Sen kimsin? Ben Adam, asıl sen kimsin orospu çocuğu! Kızıma ne yaptın! Annesini anlattım daha ne yapabilirim. Hahahahahahaha! Ona onbeş yıl tek başına baktın ve ne uğruna yetiştirdin? Sıradan bir kurbanmışçasına... Tıpkı anan gibi Adam! Tıpkı baban gibi! Tabi sen ona babam diyorsun. Ne o senin baban ne de o senin anan! Ne o senin karın ne de o senin kızın! Seni öldüreceğim, önce ben seni öldürmezsem... Tek gerçek şey bu hayatta düşmanındır ve düşmanını tanımak için önce onun tadına bakmalısın Adam! Bana Adam deme! Adam benim, Adam sensin, Adam babamız, onun babası ve torunlarımız, Adam tadına bakmayı bilen hepimiziz! Kafamı kes ölüm, kafamı! Uyandırın beniiii! Haaaayıııııır! Kendime sakso çekiyorum durmadan. Boğuluyorum. Konuşamıyorum. Piç kurusuuuu! Bu sefer ki teslimat on iki kişiden oluşuyor. Pek çoğu körpe bunların! Kalmayacağım, gözlerinden alacağım. Çok sıkı bağladım ki bir daha bakmaya cesaret edemesinler. Ahahahahaha! Biri çok ağlıyordu, artık hiç ağlamıyor. Ormana atın! Bu leopar beni ilk kez kıstırmayı başardı. Tıpkı gençliğimdeki gibi… Gözlerindeki netlik teslim olmamı haykırıyor. Büyük bir ısırık al Adam, alkııış! Aferin benim yakışıklıma! Kocaman bir erkek oldun bugün, evet daha da büyüyorum, boyum geçmişleri aşıyor, ayaklarını seçebiliyorum gelecek olanların. İşte bu botlar tam da sahip olmak istediğim türden. Adam! Baba? Adam! Cevap versene be adam! Yeterince ölü müsünüz? Her günümde sahip olduğum gülümseme için sizlere şükrediyorum. Sizlerin sırları benimle çoğalıyor, büyüyor ve güçleniyor. Biz kocaman bir aile olacağız. Bulacağım seni Adam! Kaçamayacaksın kollarımdan…
Bir kez daha bak kendi bedenine ve kırdığın dehşetten geriye kalanı gör. Geçmiş, gelecek hepsi aynı anlamı taşıyor soluklarında. Şimdi aç gözlerini ve göster değerini düşmanlarına. Adam düştü...
unedited