06/2006
Artık yeter demek istiyorum! Son haddine ulaştı işkencem. Bulantıda hayatım. Kaderim düz bir yolda ve iki yanı bariyerlerle çevrili. Durmak istiyorum. Hatta an geliyor duruyorum, nihayetinde yine olan oluyor, arkadakiler ittiriyor, zorluyor seni ilerletmeye. Etrafa bakmak istiyorum bu yolda ilerlerken ancak doğa tek boyutlu bir resim! Gören mi görüyor, yoksa gösteren mi, düşünüyorum.
Zorda olsa bir parantez açıyor, kurguluyorum yolumu gerçi bu yoldan ziyade beni asıl kudurtan neden yolların kesiştiği fenomeni oluyor. Neden? Neden tren vagonları gibi yaşamlar? Neye mahkûm etmiş bu makinist bizi? Su isteriz, vermez, verse de boğar. Yemek isteriz, vermez, acı çektirir, verince de cezalandırır. Görünmez kırbacıyla kör bir bebeği andırıyor bence, beş gün ilah olup hafta sonları yaramaz bir iblis olan bir bebeği! Yola dikenler koyuyor ne hikmetse ayakkabı vermiyor. Ayakkabı buluyorsun lakin bir bakmışsın yol bitmiş. Tek çözüm bariyerleri parçalamak teoride. Fakat ne mümkün… Bariyerdeki hızlı tavşancık sana bağlı iple çekiyor seni. Durmaya kalksan bile pimi çekilebilecek bu ip sana tehlike! Duran, çukura düşüyor bu yüzden. Kader yalanı da burada ortaya çıkıyor işte. Boyu uzayan budanıyor, iffetsiz bir gül dalı gibi. Zarlar atılmış, bahis açılmış çoktan. Bizler koşan, terleyen, yalanan bit çuvalı itleriz anlaşılan. Ama hayır kazık kafa seni! Bebek ağzına biberonu böyle sokacağım. Böyle! Dinle bakalım beni. Tavşanı yeni görsem de ipi boğazına nasıl geçireceğimi biliyorum. Sanırım arkamdakileri geçmişim sanmamdan dolayı çıkmaza düşüyorum. Halbuki onlar geleceğim. Öyleyse! Neden kulvar değiştirmeyeyim? Bu ne güzel oluşum! Bu döngü! Kutsal döngü! Ah ne ulu! Canım tembelim! Yüce Koca Göbek! Bir çemberin başında yaratmış belli, gerisi zaten öyle böyle gelivermiş, geliyor. Çünkü bir! Salıver gelsin…
Ooh! Tavşanı boğdum! Hızlı yaşayarak ipi kestim ve pimi attım. Arkamdakilere anlatacak vaktim yok. Şaka! Tembel seni! İpleri yola koyup birdirbir oynuyorum. Atlıyorum üzerlerinden onlar düşüyor, kimisinin perdesi açılıyor kimisiyse hala kalkmaya uğraşıp emekliyor. Sonra hepsi kararıyor. Yalnız öğrendiğim bir şey var bu hususta. Asla arkama bakmamak… Ölüm ensemde diye değil işte. Evet ölüm beni kovalayacak çünkü kutsallıktan kıvranıyor burası. Yapacak bir şeyi yok ki ölümün. Neyse arkama bakıyorum. Boşluk! Karanlık boşluk! Önüme bakmaya çekiniyorum. Ne var ki mecburum buna. Atlaya atlaya, hoplaya zıplaya gidiyorum. Özgürüm nasılsa. Kıh kıh kıh! Kızma bebe! Karanlığın en derinine gidiyorum. Düşünceden sıyrılıp koşmaya başlıyorum. Oysa dur! Ben bir At mıyım ki hipodromun düz yolunda deli gibi gideyim?
Derken uyanıyorum. Yine düz bir yol, ha ileri ha geri. Yooo! Hayat çizgimi ben yönetiyorum! Fakat yine de çizgi! İyi de neden tek boyutlu? Yeter! Ben de istiyorum tam evrenimi! Aman! Bebiş olmadan istiyorum ama tembel değil sakar gibi. Derken… Derken bir gürültü kopuyor. Sanırım geciken pimimin sesi. Hah hah ha! Sana gülüyorum sana! Gürültü sonrası birden çevremde bir görünüm farklılaşması oluyor ve artık bir sahildeyim her mutlu hikayenin uyduruk sonu gibi gerçi bu kez değil! Çünkü ne mutluyum ne de bu bir son! Kırdığım ceviz kabuğu parçaları girerken bebeye, “Sefam olsun!” diyorum. Çünkü anladım ki işte bu benim evrenim, benim! Yine de sevinme senin yolundan gideceğim, sırf dostlarım yalnız kalmasın diye… Seni tezeklerin tanrısı Medulla boku! Tanrı Katili diye anılan ancak benim asla yemediğim katıksız, süzme salak! Bir gün gelecek, karşılaşacağız, emin ol! Ben unutsam bunu okuyanlar ve bu, bu yazı unutmayacak! Şimdi zamanı gelen nihai sonuna gidiyorum yazımın. Buna rağmen… Yine de sevinme hemen bebişim… Boşluğa değil, çişe gidiyorum, çişe… Ve unutma ki bu arada seninle uğraşan birisi var…