Bir Son Yalnızlığı

01/2021

Sürümden kovulalı kaç gece oldu bilmiyorum. Kokularını hala alır gibiyim koca ormanda. Gençliğimin kestane ağacı belinden kırılıp yanında biten yeni çamın tepesine yığılmış. Su içmeye iniyorum, mezarının altında ağlayan çaya. Dikenli böğürtlen dalları tenimi gıdıklıyor. Şu karanlık yüzde kimin tam karşımda duran, her an hasmını öldürecekmiş gibi korkunç.

‘‘Dorgoo…’’

Kıpırdayan toprağın homurtusunda telaşa kapıldı ayaklarım. Suya düştüm devrilip.

‘‘İkimiz de kör sayılırız artık eski dostum.’’ dedi yeni sarsıntı.

‘‘Seninkilere ne oldu?’’ Başıma birkaç yaprakla kestane düştü, şimdi de ben homurdandım.

‘‘Bir hastalık türedi toprakta, kötülük kol geziyor Dorgo. Hissedebiliyorum onları, dostlarım uzaklardan bağırıyor. Geliyorlar… Senin için geliyorlar Dorgo… Eskisi kadar güçlü ve çevik olmadığını biliyorlar. En zayıf olanı…’’

‘‘Ben zayıf değilim!’’

‘‘Dorgo! Beni dinle…’’

‘‘Ne? Kim konuşuyor? Dinlemiyorum!’’ Homur…homur…homur…homur…

‘‘Bizim isimlere ihtiyacımız yok, seni inatçı bunak.’’

Çamur eşele…biraz bok ara…yok…yok…yok…

‘‘Sürüm beni korur.’’

‘‘Onlar seni terk etti.’’

‘‘Hayır!’’

‘‘Beni dinle! Ölüyorum aziz dostum. Hiç değilse bir ölünün son isteğine kulak ver. Bizler sizlerin de atasıyız ne de olsa. Tanrımız tek, sudan izler bizi ve kızı Güneş yol eder bize geleceği. Korkma Dorgo! Sonsuzdur yolun…’’

Son sözleriyle birlikte altındaki toprağı içine doğru hafifçe göçtü, birkaç yeşil yaprak daha koparak uçuştu ılık esintide ve tamamen sessizdi artık. Tam tepede durmayı bıraktı, iniyor şimdi güneş. Kiminin ömrünü uzattı, kiminin gölgesini… Benim babamı, onun anasını babasını, onların da büyük büyük atalarını tanırdı kadim dost.

Birkaç gündür sağa çekiyor ayaklarım. Sol gözümdeki karanlık iyice ilerlemiş. Genç Dugon’la dövüşümü hatırlamak bile istemiyorum. Ailemi, her şeyimi aldı benden o yara. Hala aklımdan çıkaramıyorum ışığın gözümden silinişini ve gençliğimden bana miras tek sağlam silahımın yitişini.

‘‘Artık bizim yanımızda yerin yok… Ama merak etme, artık yılanlarla sürünebilirsin!’’

Geriye kalan kanlı bu pis beden yaşlı ve zayıf, iğrenç geçmişlerine aitti çünkü. Bulutlu tek gözüyle oradan uzaklaşan tüm günahlarıydı tepetaklak. Doğduğu andan itibaren himayemde yetişmiş olanın intikamıydı beni uçuruma iten ve diğerlerinin bakışları olmamış mıydı öldüren? Birkaç ağır yarayı da dik yamaçtan aşağıya doğru boylu boyunca gizlenmiş eğimli meşe dallarından almadım mı? Bana da gitmek düşerdi, ne yapalım?

Sanırım yolumu yitirdim, sabahtan bu yana büyük nehri bulamadım. Eğer onu bir geçebilirsem… Belki sığ bir yeri vardır. Dalların aralığından aniden havalanan yüzlerce karga var. Anlaşılmaz ürpertiler bana doğru geliyor. Telaşlı bir uluyuş, ardından iki gri yaban tavşanı koşu tutturuyor gür süpürge çalılarının arasından. Bodur bir erik ağacından tıslayarak düşüyor yeşil ağaç yılanı. Kanat sesleri uzaklaşıyor ve dinginlik bu telaşı alt ediyor. Ve de işte o tanıdık kokular yine beliriyor, çamurun zeminde yayılışını fark ediyorum… Nehri geçmiş olmalı kabilem…

Göğü yaran bir kuvvetle gürledi bu ses. Hava açık ama kanlı… Nereye baksam kan dolu. Kan kaplı yosunlar, çamurda yapış yapış görüntü, dallar kıpkızıl, tepemdeki tek bir bulutçuk bile ağlıyor kanayarak. Hızla dönüyorum kızıldan kaçmak için, yok bulamıyorum. O yöne doğru süratle gitmeliyim. Dostum sana geliyorum, tavsiyen lazım. Orman beni alacak! Uyan hadi! Görünmez bir yıldırım sırtımı komple geçti. Ayaklarımı hissetmiyorum, aksine kanatlarımı hissedebiliyorum. Fısıltılar, fısıltılar… İki Habeş maymunu kıkırdıyor ve bağrışıyor. Döndüm onlara. Daha da kızıl, yürüyen bir ağacın tepesinden bana sopa sallıyorlar…

Tanıdık hiç kimse yok. Hiçbir koku alamıyorum. Tüm bunlardan ziyade içimde genişleyen nefesim kanatlarımın arasında eski heybetimi bulmamı sağlıyor. İşte oradasın! Tanrı’nın kızı! Öyle yak, öyle yak ki tüm kanlar kaybolsun, gözümün feri gelsin… Önce bir karış havalanıyorum, sonra bütün kızıllardan da kırmızı hepsinin ötesini görüyorum. Siliyor bütün kanlarımı tatlı tatlı sonsuz batan güneş…

© U. U.

error: