2008
Pespembe bir yolda yürüyordu, gün doğarken. Adı…
– Adım Tatlı Pembe!
Evet, sarı, kırların düğünü kadar şen kokan saçları vardı, boynuna uzanan ve de kıvırcık…
– Adım kuytularda yetişmiş nisan yemişinden gelir, sessizce açan, Mashera çiçeğidir…
Evet. Gözleri, bir okyanus temsili, geleceğin mavisini fısıldar, dudakları kelam okuyan, arp çalan, birer huri selamı…
– Gerçekten, bu böyledir. Ya da güneş öyle söylemiştir. Ama o yeterince suskun. Ben daha az fedakar Ay`a bakmayı yeğlerim. Ama onu görmek, bilmekten zor olsa da, şimdi yükseliyor adı taşlara yazılı…
Üzgünüm, daha fazla anlatamam bu kızı… Kendisi olsa olsa bir mart yıldızı. Hani o küsen kendinden geçmiş, viranelerden değil. Ama hep bunu söyler durur…
– İyi günler bayan! Brrrrrrrrrrrrrrr…
– …
– Islandım, çok soğuk, şurada aşağıda ki dereye düştüm.
– …
– Gökten geldim, bir ziyaretçi denemez bana, ama sanki yıllardır buradayım gibi azab çekiyorum.
– …
– Bana yardım edecek misiniz?
– …
– Teşekkür ederim. Dilimi anlamadığınızı baştan anlamıştım. Bu yüzden konuşmamanızı da doğal karşılamalıyım. Ben…
– …
– …
– …
– Ben…
– …
– Ben…
– …
– Yapamıyorum, dilim düğümlenmiş gibi öfkeyle beni durduruyor, sanki beni reddediyor.
– …
– …
– …
– Ee…
– …
– …
– …
– …
– …
– Siz rüyalarımda ki kadar saf bakışlara sahipsiniz, efendim. Efendim?
– …
– Suskunsunuz?
– …
– Ama neden susuyorsunuz? Ayaklarıma ma bakıyorsunuz? Doğrusu ayakkabılarımı derede düşürmüş olmalıyım. Veya hiç buraya gelmediler. Doğrusu kıyafetlerim de böyle değillerdi. Oysa sizin gibi entariler içinde değil de…
– …
– Yani sizin giyiminize lafım yok, sadece sizin denginiz layığında bir elbisem yok şu anda ve bu durumda çok üzgünüm ben. Evet, evet çok üzgünüm! Tanrım, bağırdım size, eğmeyin kafanızı yere… Yırtık bir gömlek ve tek paçası olmayan bir pantolonla karşınızda ki ben, buz mavisiyle beni selamlamaya niyetli size selam verirler efendim. Selam… İşte böyle…
– …
– …
———————————————————–
– Yani koca günü bu sazlıkta koşarak geçirmek… Bilmem ben ne diyeyim. Yanlış savaşta cesaretin doğrusu olmazmış, bunun gibi birşey mi? Yoksa ne? Yanlış oldu sanırım… Ama ben çok mutluyum, gerçekten. Sanki herşeyin değiştiğini hissedebiliyorum. Sessiz ama…
– …
– Neden, konuşamıyor musun?
– …
– Özür dilerim canını yakmak istemedim, sadece sesin var mı merak etmiştim. Heeeey!
– …
– Özür dilerim, kolunu acıtmak istemedim… Niyetim seni incitmek değildi…
———————————————————–
– Kaç saat oldu ortalarda yok güzel kız? Ne yaptım ben?! Ne yaptım ona! Hayvan ben! Sinirimi kendimden almamalıyım, hayır bu doğru olmaz, ondan hiç! Hiç şüphesiz buraya düştüğüm bir gerçek, yoksa rüya mı? Neredeyim ve kimim? Ama, ama! Asıl önemli olan O kim? Tanrım o ifade ne demek oluyor. Sanırım, gerçeğin şarkısı… O rüyalarımda ki kız! Artık bundan tamamen eminim! Ama ben o rüyada değilmişim, ve de değilim, şu an bile olsa! Onu aramaya koyulmalıyım. Heeey! Aaah! Ah! Dizim, canım yandı, gerçekten de yanıyor. Off, hiç, hiç bu kadar eğlenmemiştim. Gerçek… Heey, beni duyuyor musun? Beni duyuyor musun güzel kız? … Sanırım hayvan gibi bağırmamın manası kalmadı, tanrııım! Bu ışıkta ne? Aman tanrım, bu ne muhteşem bir aydınlık gökyüzünde, daha önce hiç böyle berrak görmemiştim, milyonlarca yıldız olmalı. Şurada da ay yükseliyor. Bu kadar büyüklükte fazla ama… Oooooo, o ne! Aaah!
– …
– Sen buradamıydın, neden taşın ardına saklandın, hem bak yola gizlenmekle saklanamazsın, benden dolayı değil. Ben tehlikesizim, gerçekten, ufkun mucidine sor istersen, hehe! Ama başka tehlikeler olabilir burada, var mı?
– …
– Evet, onun gibi… Neden bu kadar büyük diye sormayacağım.
———————————————————–
– İşte böyle, tüm hayatımı, hayallerimi ve herşeyi bir çırpıda döktüm nehre, biraz sürdü ama…
– 🙂
– Sen? Bu şaşırtıcı yani şaşırdım doğrusu ilk kez yüzüme baktın. Aaaah! Bu ne yoğun ışık!
– …
– Çok güzel…
– …
– Sende öylesin, herşey sana kadir.
– …
– …
– …
– Hiç bir izi bile yok, saf erdemin ışığında.
– Benim adım Tatlı Pembe…
– Bir o kadar serin…
– Benim adım kuytularda yetişmiş nisan yemişinden gelir, sessizce açan, Mashera çiçeğidir…
– Onu bulmalıyım ve yetiştirmeliyim…
– Evet, gerçekten, bu böyledir. Ya da güneş öyle söylemiştir. Ama o yeterince suskun. Ben daha az fedakar Ay`a bakmayı yeğlerim. Ama onu görmek, bilmekten zor olsa da, şimdi yükseliyor adı taşlara yazılı…
– Ne? Ay batarken güneş doğuyor, bu asıl ışık olamaz, düşünceler tersine dönemez. Benim adım. Adım Maru…
– …
– Ellerin yüzüme şefkatle…
– …
– Ağlıyorsun, tüm bedeninle, yine mi susuyorsun, yine mi? Bu delilik… Bu bir işkence sana yapılan! Bu haksızlık, bundan ötesi yoktur evrende ve nice de! EY KUTSAL! KIR ZİNCİRLERİ! YOKSA BEN KIRACAĞIM!
– Sesin kesildi, kollarıma yığıldın bir çiçek gibi… Bu, olsa olsa… Bırakın beni, göğün tapınakları, durun! KIR!
– Haaaaayııııır!
———————————————————–
Pespembe bir yolda yürüyordu, gün doğarken. Adı…
– Adım Tatlı Pembe!
Evet, sarı, kırların düğünü kadar şen kokan saçları vardı, boynuna uzanan ve de kıvırcık…
– Adım kuytularda yetişmiş nisan yemişinden gelir, sessizce açan, Mashera çiçeğidir…
Evet. Gözleri, bir okyanus temsili, geleceğin mavisini fısıldar, dudakları kelam okuyan, arp çalan, birer huri selamı…
– Gerçekten, bu böyledir. Ya da güneş öyle söylemiştir. Ama o yeterince suskun. Ben daha az fedakar Ay`a bakmayı yeğlerim. Ama onu görmek, bilmekten zor olsa da, şimdi yükseliyor adı taşlara yazılı…
Üzgünüm, daha fazla anlatamam bu kızı… Kendisi olsa olsa bir mart yıldızı. Hani o küsen kendinden geçmiş, viranelerden değil. Ama hep bunu söyler durur…
– Evet…
—————————————————————————————————————————
Uyandı delikanlı, nasıl bir uyku… Kalktı yatağından ve daracık odasından hızla penceresine koyuldu. Açtı ardına değin ve çekinmeden haykırdı avazı çıktığı kadar! “KIRDIM ZİNCİRLERİ!” diyerek ağlamaklı oracıkta iskemlesine oturdu. Sessiz çığlık gerçek mi olmuştu, yoksa bunu anlamışmıydı artık, gerçek sessizliğin aslında cevaplarının olduğunu?… Onu anladığını anımsayarak daha da şiddetlendiğinde çarpıntısı, pencere dibinde biten pespembe bir kır çiçeği gözüne ilişti. “Bu!” dedi kendince ve elleriyle yaptığı boş toprak çanağa yerleştirip koydu. Aradan geçen iki dakikadan sonra kapanıp tekrar açılan çiçeği seyrederken ona fısıldadı. “Mashera…” Ve sessizce ona baktı, artık konuşan dili değil, şarkı söyleyen gözleriydi. Mashera ona usul usul bakarken, pencerenin ardından meraklı sesler yükseliyordu…
Gözlerin Şarkısı
“Sessizlerde gizli olanları açığa vurdum ve
Senin giysinle yola koyuldum.
Zihnim buharlaşırken boşluğunda kafamın,
Nisan`ı ilelebet kalbimde dondurdum.
Taşlarda yazılı olanı yerinden söküp,
Adını yıldızlara kazıdım ve
Göğün adını “Mashera” koydum.”