03/2017
“Göğün derinliklerinde yine bir ses var, durgun havayı heybetle saran. Şeytanla meleğin dansı der buna birkaç dilsiz ozan”. Tüm bilgeler arasında çok azı İkiler Aynası’nı bilir. Bunlar lanetli Zühre’nin dev aynası gibi ne sevdiceğini gösterir ne de rüyalarda gezen Mashera’nın aynası gibi geleceği. İkiler aynasında tıpkı hayatta da olduğu gibi bir hakikat vardır bir de yalan. Hikâyesinin yaratılıştan öncesine ulaştığı söylenir. “Yaşlı, bastonuna dayanmış, yorgun bir savaşçıdır zaman. Onun bile çocukluğu gençliğiyle harp edermiş durmadan”.
Varoluşun başlarında meleklerini kendi sınavına sokmak için bizzat Tanrı tarafından konduğu söylenir ve Aden’in saf kristalinden yapılmış çerçevenin içinde, yaratıcının sözlerinde dövülmüş olduğuna inanılır aynanın. Kendini tutana “Bir hakikattir hayat ve de bir yalan” sözleriyle fısıldar ayna. Tıpkı ecemin sözleri gibi ayna hem bir gerçeğin hem de bir yalanın doğuranıdır. Tüm acemi meleklerin yolu bir kez bu aynaya düşmüş, böylece kaderlerinin yazgısı Tanrı’ya ne kadar sadık anlaşılacaktır… Zamanla işlevi yiten aynanın bir yüzü “melek aynası” diğer yüzüyse “şeytan aynası” olagelmiş, kâinatın yaratılışından sonra göğün yedinci katından yeryüzüne, gökle yerin birleştiği, birçok efsanenin uğrak yeri olmuş Gölgeler Dağı’nın zirvesine yerleştirilmiştir. O gün bugündür her kim ki o dağa tırmanır ya melek aynasını ya da şeytan aynasını görecektir. Derler ki aynada “görmek istemediğin gerçekler” ya da “görmek istediğin yalanlar” bulunur. Bir bulmacasıdır yaratılanlara sanki bu oyun. Melek aynasında kendisine bakana “en cazip yalanlar” sunulur, şeytan aynasındaysa “en itici hakikatler”. Bu yüzdendir ki; “Kişinin uçurumudur yalanlar, ne kadar derinse o kadar başın döner ve kişinin korkusudur gerçekler, ne kadar yakınsa o kadar uyanık tutar”.