‘‘Merhaba.’’
Boynunu sesin geldiği yöne çevirdi. Başına -ilk bakışta peruğu andıran- taç örgülü ve alacalı bir bere giymiş koyu tenli bir kız ona dik dik bakıyor, ceketinin yakasındaki cırcır böceği şeklindeki gümüş broşsa o yürüdükçe kanatları pırpır ediyordu. Farkında olmadan etrafında dans edercesine dönerek üşengeç bir tonda ‘‘Ah! İşte buradaymış,’’ dedi bavuluna eğilerek. ‘‘Sabahtan beri aynı renk valiz kullanan gördüğüm ilk kişisin.’’ Ahleksiyanza kaşlarını kaldırarak ‘‘Ee, nolmuş yani,’’ dedi kendininkine göz atarak.
‘‘Ne olmuş olur mu? Bu demektir ki biz aynı takımdayız.’’
‘‘Ne demek istiyorsun.’’
‘‘Yani şunu demek istiyorum. Bu bavullar aslında bizim kimliklerimiz. Bilmiyor muydun?’’
‘‘Hayır.’’
‘‘Neden kimsenin bundan haberi yok anlamıyorum.’’
‘‘Benim bundan haberim yok, anneannem de bana bir şey demedi. Hatta sanmıştım ki bunu bana o aldı.’’
‘‘Belki de bilmememiz gerekiyordur. Çünkü daha önceleri hiç böyle bir uygulama olmamış.’’
‘‘Sen nereden biliyorsun?’’
‘‘Ben, biliyorum işte… Ya… Geçen cumartesi evimize bir paket gönderildi. Teslim edildiğinde annemin imzasını taklit etmiştim, iyi niyetle tabi. Sonuçta tetanotları kandırmak da çok kolay, rulbanlar bile onlardan daha zeki. Sonra akademiden gönderildiğini anlayınca gizlice kutuyu açtım. Anlatı klavuzu yeniden biçimleme öncesinde bu nesnenin hangi amaçla kullanılacağını belirtiyor ve onay yetkisi talep ediyordu. Annemler eve döndüğünde daha bunun bir bavul olduğundan bile haberim yoktu. Ama şurası kesin ki bizim kim olduğumuza göre renk belirliyor. Muhtemelen sizinkiler de bir bahaneyle önce eline okulun broşürünü verdiler, o sırada da bavul bizimle uyumlu rengini aldı. Lütfen söylediklerimden kimsenin haberi olmasın olur mu?’’
Başıyla onayladı Ahleksiyanza, ‘‘Beyaz renk gerçekten çok uyumlu’’ dedi içinden. ‘‘İyi de üç dört günde bizimle ilgili nasıl kesin yargılara ulaşacaklar ki? Ben on dört yaşındayım, o kadar da deneyimim var.’’
Başını hızlıca ‘‘evet’’ der gibi salladı kız. ‘‘Bilmiyorum.’’ Dişlerini göstererek ‘‘Adım Amelda,’’ dedi.
‘‘Ben de…’’
‘‘Ahleksiyanza. Biliyorum, adını az evvel gördüm. Süperdi!’’
Birbirlerine bakıp sırıttılar ve el sıkışarak bavullarını çekmeye devam ettiler.
Koridor on kişinin yan yana rahatlıkla yürüyebileceği genişlikteydi. Belirli bir düzeni olmayan kalabalığın telaşsız yürüyüşü duvardaki tabloların boşuna asılmamış olabileceğini düşündürdü Ahleksiyanza’ya. Resimlerdeki ahenk alelade rahatlatıcı tonlardan ibaret değildi besbelli. Tabi ayna işlevi gören tavan için aynı şeyi söylemek mümkün değildi. Başını kaldırdığında tavanın hissettirdiği görülebilirliğin anlık telaşı bir yana ufukta kaybolan koridorun kasveti ister istemez ona Gursaol’daki sanat mağarasına uzanan manyakça uzunluktaki halıyı anımsatmıştı -uzun zaman önce yetimhanece götürüldüklerinde arşınladığı binbir çiçekli bitmek bilmez ama muhteşem o İran halısını-. İşte bilekliği o zamanlar tasarlamaya karar vermişti, yüzünde bir tebessüm yürümeye devam etti. Her şeye rağmen üç boyutlu versiyonları depresif bir ruh hali taşıma ihtimali yüksek olan soyut duvar tablolarına veya belli ki öğrencilere yön tayin eden ve hayali rüzgarlarca dalgalanan zemin ışıltısına veyahut ayna labirentindeymiş hissi uyandıran soğuk tavana rağmen koridor davet salonuna kıyasla oldukça ferah sayılırdı. Tabi gürültüyü geride bırakmanın da bunda payı olmalıydı. Ayrıca Belmon-Uzam’a nazaran buranın psikoterapik yöntemleri daha mı agresifti bunu henüz bilmiyordu ama edindiği ilk izlenim tepeden tırnağa farklı oldukları yönündeydi. Fakat artık ayak sürümek yoktu çünkü burası geleceğinin yönünü belirleyecek akademiydi, bunu en baştan kabul etmişti Namina’yla bütün zıtlaşmalarına rağmen.
O büyük koridorun içinde daha neler vardı kim bilir? Dev bir kabuklu böcek fosili, klasik müzik orkestrasının fon müziği, sanki flütüyle hayvanları büyüleyen kavalcı misali öğrencileri cezbeden bir büyüsü mü vardı bu koridorun. ‘‘Ad astra,’’ ‘‘Corpus tuum universitas,’’ ‘‘Nam et ipsa selentia potestas est,’’ ‘‘Doctus esto cum libro,’’ gibi sloganlar çerçeveletilmiş bölümleri tanıtılmak için alanda ayrılan yerlere konulmuştu besbelli. Neydi ilgi çekeni? Bedendi onun için. Kişinin kendi yurdu muydu hakikaten vücudu? Peki ya hafızanın bıraktıkları, o zoraki değişim ve erozyona henüz uğramamış olan acıtan özlem? Yürümeye devam ettikçe sessizlik de artacaktı. Pırpır kanatları çırpılan bir delilik vardı şimdi onun da içinde. O kız bir cırcır böceğinin kalbine sahipti, kendisiyse bir kara karganınkine… Koridor tavanı yükselmeye başlamış, zemini süsleyen hologramik görüntülerin yerini düz gri beton almıştı. Neredeyse olağandışı bir geçişle dış mekâna çıktıklarını fark etti. Okul değil de sanki sirk eğitim merkezi, yeni bir usta sihirbaz kolejiydi adeta. Öyle bir şaşkınlık yarattı dev avluya dönüşen çevresi. Binanın merkezinde olmalıydılar ama işte sanki dışarıda gökyüzü ve metropol manzarasıyla şehri görebiliyordu. Bu gök rıhtımını andıran, koca kaleye uzanan katmerli bir taş yol gibiydi. Olağanüstü güzellikte kapısı olan akademi tarafına yoğunluk ilerlerken, kapıdan gelmesini beklediği ses batmak üzere olan güneşten gelmişti. Metalik bir gürültüyle yankılanan korkutucu atmosferik sesi karanlık bir ambiyans izledi. Her yer gecenin silüetine bürünmüş, Ahleksiyanza’nın gözleri kocaman açılmış, yere kapaklanıp korunmaya çalışmaktaydı bu yeni bilinmez çılgınlıktan.