Yarım porsiyon yedin, felç olup saniyeler içinde ölmeliydin. Ama buradasın. Düşündün, soluna baktın ama sağına değil ve atladın. Düşmanın oradaydı. Ölmen gerekirdi ama ölmedin. Tek başına üç baygın adamı fırtınadan korudun. Donman gerekirdi, hatta oksijensizlikten kendinden geçmeliydin ama olmadı. Dirim kafesine atıldın, o darbelerden sonra boynun kırılmalıydı ama rakibin ne kadar güçlü ve iri olsa da sen bir şekilde sağ çıktın, hem de gülerek.
Düşmanın seni buldu, ölüm seni kıstırdı ama sana hiçbir şey olmazken adam kızardı. Sahi ya kaç bin voltluk vurmuştun ona? Dört sene boyunca durmadan yeni arayışlara geçtin. Ama bir şekilde her durağında yeni bir yetenek kazandın. Sıska ve boylu poslu halinde pek bir değişiklik olmadı ama kaslarını boğazına sarılan kollardan kurtulabilecek kadar kuvvetlendirdin. Böylece azılı düşmanını -her ne kadar benim tırnağım bile olmasa da- üçüncü defa da alt ettin. Serseri kuzenin eser kaçakçılığında tam bir tilki ama ağzı iyi laf yapıyor. Seni de kendine alet etmesi gerekirdi ama bak sen buradasın. Boynuz kulağı geçmiş. Sahi nerede o yakışıklı? Dövüş yeteneklerini ondan almışsındır diye düşünmüştüm ama sen kendini her ziyaret ettiğin ülkede biraz daha geliştirmişsin. Lakin benimle ancak toka kavgasına girebilirsin. Ama üzülme, adımı sormana gerek kalmayacak.
Sözde bir maden olarak geçse de Aru-nu-ti antik bir tapınağı andırıyordu. Tibet’in derinliklerinde hala el değmemiş bir çöküntü… Kuzeni iyi ki ortalıklarda yoktu ve birkaç günlük yürüme mesafesinden o gelmeden önce yeterince zamanı vardı. Kızın görü kaskında aydınlanmış dehlizin dip duvarında ne aradığını gerçekten merak etmişti. Sol kolunun bileğinde büyük devrimci Krujitski dövmesi vardı. Gözlerinde bir zafer parıltısı oluştu Aleksia’nın. Anti-kapital bir arkeologla karşılaşmayı beklemiyordu. Ayrıca bir dövüşçü, üstüne üstlük ressamdı da. Kırık kabuğun altında iki, üç boş yuva ve yanlarındaki yeni bir tablet gözüne ilişti. Tableti kaldırıp çantasına yerleştirdi kız duvardan yansıyan parıltıda dövmesini belli ederek ve ardından gülümsedi gün batımını andıran gözlerle.
‘’Merhaba ben Eve.’’