Dalgaların içinde yüzü güneşe dönük halde uzaklaşmaya devam ediyor. Kızıla kaçan bu sarı ışığın altında dalgalar mat bir aynaya dönüşüyor. Gökyüzünün koyu mavisini taklit ediyor deniz. Ve işte tam altında kendimi görebiliyorum.
Ayaklarımın altından çekilen suyun tabanında bana doğru yaklaşan yüzünü tanıyorum. Gittikçe yaklaşıyor, büyüyor, ağzı, çenesi kaybolurken yalnızca bana ait olmayan gözleri kalıyor… İşte orada, geniş yapraklı otların ardında ışıldayan siyah ve parlak gözler düşleri ve tüm geceyi de yararak sonunda gerçek dünyaya geçmişti. Ben daha doğrulamadan üzerimden öteye savruldu. Olağandışı kükremesiyle ormanı bile ürkütmüş bu dört bacaklı varlık başından beri peşimdeydi. Üstüme atlayıp beni tüketmesi an meselesiydi. Hiçbir silah onu durduramazdı. Silüeti o kadar karanlıktı ki gecenin içinde rahat seçilebiliyordu. Sanki her şey ona karşıymış gibi bir rahatsızlık içerisinde başladığı işi bitirmeye yeltendi. Pantere benzeyen kafasını ona ait olmayan bir canavarımsı gövde tamamlıyordu. Çakımı beni devirip göğsüme santim santim giren pençesine sapladığımda gözlerini yakaladım. Hiçliğin içinden beni bulmuş bakışlar… Göğsünün ortasına birkaç kez sapladıktan sonra ormanın içinden yayılan çığlıkları seçebilir hale gelmiştim. Yaratığın pençesi gövdemi yırtarcasına geriye çekiliyor, arka ayaklarına sarılmış ince çalılar inatla onu durdurmaya çalışıyordu. Ön pençesini öyle bir saplamıştı ki göğsüme, yaratıkla beraber kaymasam paramparça olurdum. Bir çığlık daha koptu ve onu gördüm. Yerden birkaç metre havalanan yaratığın ardında ejder masklı kız duruyordu. Yeri sarsan bir gürültüyle düştü. Kendimi olabildiğince hızlı şekilde uzağa götürmek zorundaydım ve koşmaya başladım. Çalıları parçalayan ayakların yeri öfkeyle kazdığını metrelerce öteden duydum. Korkunç bir kükremeyle kovalamaya tekrar katıldı. Bu çakıyla asla başaramazdım. Olduğu gibi kabullenip kendimi ona teslim etmek zorundaydım. Öyle de yapmak için duraksadığım anda belimi kıracak kadar büyük bir kütük darbesiyle havalanmış, kafamı bir ağacın gövdesine geçirmiştim. Cadı tam karşımda sarmaşıkları ok fırlatır gibi yaratığın peşinden yolluyordu. Ejder masklı kızın ve cadının savurduğu lanetler anlaşılmaz kelimelerinin ve yeri patlatan dehşetin bu canavara tesiri yoktu. Olduğu yerde beni gördüğüne irkilmiş halde dimdik gerindi, onu taklit ettim. Olacaksa şimdi olmalıydı, hızla kaçmaya devam ettim. Beş adım atamadan pençesi sağ omzunun hemen altından beni yaraladı, metrelerce savruldum. Telaş ve acı içinde haykıran ejder masklı kıza, cadı da katılmıştı. Öldürmeye yeminli iken birlikte beni kurtarmaya çalışıyorlardı. Bu fırsatı değerlendiremezsem bir daha asla kaçamazdım. Yerde yükselen şekli tanıdım. Bu ormana ait olandı. Luenda-İkardun! Ona uzandım, kaptığım gibi üzerime atılmış olan bir fil kafasından daha büyük olmayan bu yaratığın boynunu vurdum, kılıç toz zerrelerine ayrıldı. İçim cız etti. Çok yanlış bir şey yaptığımı anlar anlamaz hızla kaçmaya devam ettim. Ejder masklı kızın ve cadının şaşkın bakışları arasında yere yığılmış karanlık ceset bir hydra gibi yeni başlar doğuruyordu. Üç! Üç kafası eskisinden de korkunç ve ölümcül beni arıyordu. Bir fırtına oluşturamasa da rüzgârın gücüyle yaratığı oradan oraya savuran Ejder masklı kız, onun avını avlamasını geciktirmekten başka bir şey yapamıyordu. Hiçbir darbe ona ulaşamıyor, sanki bir bedene değil de korkunun kendisine tesir ediyor ve olduğu gibi bütün çabalar adeta boşluğu dövüyordu. Yoksa onlar gibi olduğunu biliyor muydu? “Sonuna gel!” Böyle fısıldadı karanlığı döven dev cüsse. “Kaçma!” Aniden gözünden kaybetmişti onu. O an Lamia’sıyla göz göze geldi. Bu gerginliğin tam ortasında onu kurtarmak için neden gelmişti. Kafasını işaret ettiği yöne çevirdi, telaşı yüzünden okunuyordu. Ardından hızla uzaklaştı. Düşman gibi maskeli kız da sırra kadem basmıştı. Ağaçların ardında büyük bir parlama oluştu ve gümbürtü koptu. Öyle büyük bir telaşla kaçıyordu ki hava ağaçlar yamulmuş, köklerinden fırlamıştı, kırılan dallar, yapraklar ve toprağın karmaşasının içinde hızla ona doğra koştum. Tepemden yağan parçalara aldırmadan kükremenin geldiği bataklığı buldum ve kilitlendim. Tam tepesinde bataklığın yere yatırdığı bedenin maskesini parçalamaya yelteniyordu. O koca cüssesiyle bataklığa gömülmeyen, gerçekliğe erişebilen ve onlara saldırabilen bir düşman… Kesinlikle buna izin veremezdi. Yeşil polen denizi etrafını kuşattığında zehirin ona tesir etmediğini görünce şaşırmadı. “Seni kendileri için istiyorlar!” Bu iğrenç fısıltı sanki tüm boşluklarını doldurmuştu. Nefes alamayacak kadar hareketsiz bırakmıştı onu. Ejder maskesini kırmak için bütün başlarıyla saldırıyor, yerde debelenen kız rüzgar ve uğultulardan çıkan fısıltılar ile kendisini korumaya çalışıyordu. Cadı dev bir çam ağacını yılan gibi kıvırarak yaratığın üzerine saldı. Yılandan çok iki başlı sarmaşık gibiydi. Şimdi gözü cadıya kaymış kuyruğuyla ona darbe indirmişti. “Biraz zaman alacak ama az kaldı!” diye fısıldadı yaratık. Çatlayan maskeden dışarıya parlak bir sıvı sızıyordu. Ve işte orada yeşil gözleri yorgun bakan kız kilidini daha fazla tutamamıştı. Derin karanlık cadının ve ejder masklı kızın bedenine nüfuz ediyordu. Ölüyorlardı… Ani bir hareketle arkasını döndü Rye. Evet! Şimdi tekrar arkasını döndüğünde olacaktı… Ve oldu! Bataklığı kaplayan kör edici ışığın efendisi olmuştu bedenini tekrar düşmanına döndüğünde! İçinde parlayan hıncı sezmiş ve ortaya çıkmıştı, tam zamanında katilini ve kurbanını korumuştu! Lakin yaratığı yok ederek bir parçasını da kaybetmişti. “Asla aynı kalamazsın!” diye inleyen anlık uğultu gecenin içinde yitip giden karanlık siluetle birlikte yok olmuştu. Bir an bu savaşın ilk olmadığı gibi bir hisse, aynı duyguları yaşamış olabileceği fikrine kapıldı ve bir anda kayboldu hepsi. Düşünebildiği o son andan sonra bir defter gibi kapandı ona gece. Güneş ayakkabılarıma vuruyor. Bardaki o akşamdan beri ilk kez görüyorum. Kurumuş bile. Nedenlerim o kadar çoğaldı ki, yolumu tamamlamak için beklememin anlamı yok. Artık beni biliyor…