Çöl Yazgısı

v.4

Sabahın beşi. İstasyon yine sensiz. Ölü bir adam oturuyor ve bankın altında bir hareketlilik. Göğüs kafesi sarman kedinin tembelce şişip iniyor. Hemen yamacında bir kova, çatıdan içine zaman akıyor.

Karayelden kaçan serseri bir kuş gocuğuna çarpıyor ölünün. Semalara yükseliyor uğultunun sesi. Adamın sımsıkı tuttuğu not avucunda çırpınıyor. “Göz açıp kapayıncaya dek özle, sevene kadar bekle beni…”

Suskunluk dolu bir yemin töreninde titriyor raylar, ufuk hazırolda bekliyor. Çorak toprakları turluyor şafağın renkleri. Ölü adam gözlerini açıyor. Kızıl ve turuncunun rahminde esneyerek geriniyor kedi.

Gümbürdüyor istasyon. Tren kaplıyor yüreğini. Elinde bavul, paltolu bir kadın iniyor. Saçını düzeltiyor kar beyazı eli. Çiçeklenmiş bir tümsekte toprak açılıyor. Tren acı bir isyanla götürüyor geceyi.

Adama dönüyor kadın, öylece duruyor, yüzü yok. Ölünün gülümsüyor yamalı gözleri. Boynunu uzatıyor samyeline ve gırtlağında birikmiş canhıraş bağıran mesnetsiz kelimeleri.

Kadın bavulundan minik bir kafes çıkarıyor. İçine koyuyor kuşu ölü adamın eli. Kadın kafesi adama veriyor. Usulca yakalıyor notu, sonunda alıyor istediğini.

Sarman kedi mırlıyor. Kuyruğuyla kovaya sürtünüyor onu tanırmış gibi. İki gölge kavuşuyor ve Atlas hatırlıyor, gökyüzü kadar eski her birinin ismini.

Etraflarında iklimler sıralanıyor; sıcak kiremitleri kavuruyor, rüzgâr toprağı savuruyor, soğuk çatlakları derinleştiriyor, yağmur olukları dolduruyor. Nihayet kovadan taşıyor istasyon ve yutuyor ufukla güneşi.

Not: Ve sen varoluşun tanığı, hiçlikte kaderin seni bekliyor, sallanırken sarkaç misali bir ileri bir geri…

unedited

© U. U.

error: