“Tanrı bu yüzün içine her şeyi sığdırmıştı.”
Gözlerine vuran soluk ışıkla irkildi ve gördüğü bu tanıdık yüzle karşılaştığında donakaldı. Yere yığılacakmış gibi tüm kasları gevşedi, omuzları düştü, korku dolu gözlerle sislere sarılmış bu genç kıza baktı. Onu en son gördüğü andan hiç değişmemiş halde karşısında duruyordu. Pürüzsüz bembeyaz teni sarmaşıkların gerdanlığı gibi solmuş ve ormanın bir parçası olmuştu. Bu hastalıklı muhteşem bedeni örten yeşilin örtüsü kaderin yazgı etekleri gibi dalgalanıp hüzünle uçuşuyordu. Bir cadıya bakıyordu gözleri. Bir anda korkunç güzellikteki zehirli gözlerini üzerine dikti. – Burada ne arıyorsun? Yankılandı bu tok ses. Sanki bu sözler genç bir kızın değil de tanrıçanın sözleriydi. – İstenmediğin yerlerde seni sadece ölüm bulur. Hemen kendini toparlayıp olanca gücüyle koşmaya başladı. Ardından ona bakan bir çift zümrüt gözü unutamıyordu. Kalınca bir ağaç kökü tökezletti bedenini, dönüp de arkaya bakmaya korkuyordu ama bu karanlık düşler, halüsinasyonlar kafasını hızlıca sağa sola sallamakla geçer miydi bilmiyordu. Arkasına dönüp bakmaya cesaretlendiğinde otların arasından hışırdayan küçük sarmaşıklar ayak bileklerine tırmanıyordu. – Benden asla kaçamazsın. Diye ekledi yankıların kızı. Büyük bir hızla ona yöneldi cadı silueti. Telaşlı bir şekilde kopardığı sarmaşıklardan kurtuldu, ormanın derinliklerine doğru durmadan koştu. Ne ardına baktı, ne yoluna. Kapattı gözlerini, çılgınca saklıyordu kendisini bu kâbustan… 11/11/17